Milletimizin ruh halini hep tuhaf bulmuşumdur. Yaşayışları da söylemleri de çelişkilerle doludur. Örneğin, milletvekili olmayıp da onların maaşlarını, maddi olanaklarını eleştiren birini alıp milletvekili yapın, ilk milletvekili maaş zammı görüşmesinde onaylamak için elini kaldırdığını görürsünüz.
Çünkü, kendine yontmak, milletimizin genel bir hastalığıdır.
Örneğin Akp'liler milli bayramlarda Atatürk'ün huzuruna çıktıklarında, onları iki yüzlü olmakla, samimi olmamakla, takiyecilikle suçlar. Bahane uydurup gitmediklerinde de onları gerçek niyetlerini göstermiş olmakla, gericilikle, milli değerlere ve bayramlara saygısızlıkla suçlar.
Bu şekilde kendine yontarak olayları yorumlamanın zararları vardır.
Sırf beğenmediğiniz kişi yapıyor diye, doğru olan şeylere de yanlış demeye başlarsınız. Tıpkı Akp milletvekillerinin, mecliste kendi önergelerine Chp'lilerin evet demesi üzerine, hayır demeleri gibi.
Kendi verdiğin öneriyi/düşünceyi, sırf sevmediğin kişiler onay veriyor diye reddetmek/değiştirmek !
Bu psikolojinin en kötü yanı, kendi varlığını, düşüncesini ve eylemlerini düşmanının varlığına ve eylemlerine bağlamaktır, ki konumuz bu değil.
1933 yılından beri andımız okunuyor ve Akp hükümeti bu andı kaldırıyor. İnsanlar oldukça tepkili.
Peki bu andımız ne işe yarıyor ?
Andımız doğru olmak, büyükleri saymak vb güzel ahlaki kuralları tekrarlatıyor ama hadi cumhuriyetin ilk yıllarını bırakın, yaşadığınız hayat boyunca milletvekillerinden kaçının doğru, dürüst, devletin malını yemeyen "keriz"lerden olduğunu gördünüz ? Bu milletvekilleri bu andı okumadı mı çocukken ?
Veya etrafımızda artık pek görmediğimiz o mert, delikanlı, haksızlığa gelemeyen insanlardan kaçı, "ben bugün haksızlığa gelemiyorsam, andımız sayesindedir. Beni öylesine çok etkiledi" der ?
İşin doğrusu, çocuklar bu antta ne dendiğini bile anlamıyor. Hafızamızı zorlayıp o yıllara gidersek, belki hatırlarız, andımızın hepimize nasıl angarya geldiğini ve ondan birşey de anlamadığımızı. Örneğin şimdinin çocuklarına soralım. Onlar bizden daha zekidir. Yasam, küçüklerimi korumak derken yasam ne demek? Ülküm yükselmek derken, ülküm ne demek ? Özümden çok sevmek ne demek? Atatürk'ün gösterdiği hedef ne? Durmadan yürümek ne demek? Bakalım cevap verebilecekler mi ?
Ayrıca onca çocuğu, asker gibi yaz kış demeden hazırola sokmak da ne oluyor ?
Girişte dedik ya bizim millet çelişkilerle doludur. Sorsanız çocuk nasıl yetiştirilir diye, size verecekleri ilk cevap, onları özgür bırakmak, hayal güçlerini geliştirmek vb olur. İyi de o zaman bu çocukları neden askeri kalıplara sokup, yetişkinlerin yazdıkları ezberleri tekrarlamaya zorluyoruz.
Bir çocuğa doğruluk, çalışkanlık, fedakarlık, küçükleri korumak, hayvanları sevmek vb kavramlar ezbere sloganlarla öğretilmez.
Telkinle de öğrenilmez bu davranışlar.
Türküm kelimesinden ise bilerek bahsetmedim. Kimlik tartışmalarına ayrıca gelicez.
İşin nitelik boyutu budur. Andımızın işlevsellik olarak bir görevi yoktur. Yeni kurulan bir cumhuriyetin gaza gelmiş uygulamalarından biridir. İyi niyetli yazıldığından şüphemiz olmamakla beraber, doğru bir uygulama değildir.
Fakat andımızın pek çok insan için simgesel bir anlamı da var. İktidarda Atatürkçülük karşıtı güçlü bir parti varken ve eylemleri ile de bu niyetini açıkça ortaya koymuşken, Atatürkçüler kaybettikleri kalelerinin arkasından bu simgelere tutunmaya çalışıyor.
Ve bazıları için andımız, kaybedilmekte olan o ruhun simgelerinden biridir.
Fakat çözümün simgelere sarılmaktan çok daha fazlasına ihtiyaç duyduğu ortadadır.
30 Eylül 2013 Pazartesi
10 Eylül 2013 Salı
TOPLUMSAL YAPIMIZ - 1
Gezi olayları ile başlayan süreçte dün itibari ile bir genç daha öldürüldü. Ahmet Atakan polis tarafından öldürülenler listesine eklendi.
Sağlıklı düşünen ve hisseden bir toplumda, toplum halinde bu ölümlere tepki gösterilmesi beklenir ama öyle olmuyor.
Nedeni, bizim toplumsal bilincimizde saklı olabilir.
Bizim toplumumuzda büyüğe/ataya karşı söz söylemek ayıptır. Muhalefetini ileri boyuta götürenler toplumdan aforoz bile edilebilir. Hele hele sokağa çıkıp isyan etmek, benim böyle bir çocuğum yok'a bile götürür insanları. Şehirde büyüyenler bunları yaşamamış olabilir ama yavaşça değişmesine rağmen Anadoluda bunların örnekleri hala bulunabilir.
Bir vicdan muhasebesi de yapmamız lazım. Bugün bu ölümlere tepki gösterenler, tepki göstermeyenleri eleştiriyor ama bu topraklarda gençler ilk defa ölmüyor. O zamanlar çok cılız çıkıyordu tepkiler. Tabi bugün daha cesur ve yüksek sesle tepki gösteriliyor olması sevindirici bir durum ama hala samimiyetten yoksunluk hissi veriyor. Veriyor çünkü bu ahıtlar ölenin "bizden" olmasından kaynaklanıyor. Örneğin aynı şekilde sokakta kendi ideali için gösteri yapan bir Kürt gencinin öldürülmesine tepki gösterilmiyor. Herkes kendi ölenini yüceltiyor ki bunun da izleri toplumsal bilincimizde bulunabilir.
Kabilecilik bizim toplumumuzun yapı taşlarındandır. Kendi kavmini, soyunu, aşiretini önde tutmak ve diğerlerinden ayırmak, geleneklerimizde var. Kan davaları bunun en belirgin özelliklerindendir. İki sülale birbirinin gençlerini öldürüp durur. Bu bölünme aynı köyde yaşayanlar arasında örneğin basit bir su krizinden bile çıkabilir. Yıllarca süren küslükler ve karşı tarafın başına bir iş geldiğinde oh olsun demelere bile varabilir en basitinden.
Şehir yaşantısında bu eski yaşam kültürü, kabileden siyasal düşünceye kaymış görünüyor. Bir siyasal gruba ait olan birey için önemli olan, o grubun hoşuna gidecek bir kahramanlık ve cesaret örneği göstermektir. Örneğin bugün göstericilere seve seve saldırıp öldürmekten çekinmeyen polis, aslında kendi grubu için öne çıkarak cesaret ve kahramanlık yaptığını düşünmektedir. Kan davalarında nasıl ki öldürülene acınmazsa, siyasal kimliklerimiz de aynı kabilecilikle şekilleniyor. Veya daha hafif bir örnekle, Deniz Gezmiş posterlerini ellerinden düşürmeyenler aslında kendi sınırlarını çizip, biz sizden farklı ve sizinle uzlaşmaz bir "kabile"yiz mesajını vermektedir.
Bir diğer dikkat çeken husus, Erdoğan'ın, gezi olaylarında devletin yaptığı her türlü şiddeti savunarak meşru göstermesi ve yaptıysam ben yaptım demesine rağmen alkış alması. Yarın çıkıp Ahmet'in ölümüne de, iyi olmuş derse hiç şaşırmam.
Bunun da izleri toplumsal bilincimizde bulunabilir.
Otoriterlik hala günümüzde bile var olan bir Türk aile geleneği. Baba figürü koruyucu, kollayıcı olmasının yanı sıra her şeyi bilen, ailenin kaderini belirleyen ve korku salan bir simgedir. Bu mantıkla büyüyen nesillerin otoriteye tapar hale gelmesi ve bir demir yumruğa hayran olması hiç de şaşırtıcı değil.
Şehirleşme ile bu durum azalma eğilimi gösterse de hala çoğumuzun içinde bu figür ve bir otoriteye bağlanma isteği mevcut.
Günümüz gençliği, atalara kızıp onların sistemini değiştirmek istese bile, yetiştikleri toprakların özelliği nedeniyle, aslında yine atalarının yollarında, sadece daha farklı ayakkabılarla yürümekten başka bir şey yapamıyorlar. Kurdukları örgütler dönüp dolaşıp otoriterleşiyor, ideolojileri karşısındaki insanı tecrit ediyor, içlerinde sürekli bir kahramanlık gösterme isteği, kendisini grubu için feda etme hevesi oluşuyor. Bunlar aslında, hep karşı geldikleri atalarının yöntemleri idi.
Bu kısır döngüden çıkmanın bir yolu, empati kurmaktır. Empati kuramamanın en büyük nedeni kapalı bir toplum veya grubun içinde sıkışıp kalmak, karşısındakinin durumunu anlayamamaktır. Üniversiteler ve askerlik aslında bu işi yapan, yani farklı inanç, ırk vb özelliklerdeki insanları bir araya getirip, birbirlerini tanımalarını ve anlamalarını sağlayan iki önemli araçtır ama ne kadar doğru kullanabiliyoruz bu araçları? Empatinin kuralı iletişime geçmektir. Ne zaman ki bu iletişimden koparız, o zaman iki düşman kamp yaratırız. Bugün Erdoğan'ın ve hükümetin istediği de budur.
Ve aydınlık günlerin özlemini duyanların yapması gereken şey, bu iletişi sağlamaktır. Akp seçmenini görünce kaşlarını çatmak değil, onunla konuşmak, hem kendi derdini hem de onun derdini paylaşmaktır.
Ancak bu şekilde insanlar birbirlerinin ölülerine, acılarına ortak olabilir ve beraberce karşı durabilirler.
Sağlıklı düşünen ve hisseden bir toplumda, toplum halinde bu ölümlere tepki gösterilmesi beklenir ama öyle olmuyor.
Nedeni, bizim toplumsal bilincimizde saklı olabilir.
Bizim toplumumuzda büyüğe/ataya karşı söz söylemek ayıptır. Muhalefetini ileri boyuta götürenler toplumdan aforoz bile edilebilir. Hele hele sokağa çıkıp isyan etmek, benim böyle bir çocuğum yok'a bile götürür insanları. Şehirde büyüyenler bunları yaşamamış olabilir ama yavaşça değişmesine rağmen Anadoluda bunların örnekleri hala bulunabilir.
Bir vicdan muhasebesi de yapmamız lazım. Bugün bu ölümlere tepki gösterenler, tepki göstermeyenleri eleştiriyor ama bu topraklarda gençler ilk defa ölmüyor. O zamanlar çok cılız çıkıyordu tepkiler. Tabi bugün daha cesur ve yüksek sesle tepki gösteriliyor olması sevindirici bir durum ama hala samimiyetten yoksunluk hissi veriyor. Veriyor çünkü bu ahıtlar ölenin "bizden" olmasından kaynaklanıyor. Örneğin aynı şekilde sokakta kendi ideali için gösteri yapan bir Kürt gencinin öldürülmesine tepki gösterilmiyor. Herkes kendi ölenini yüceltiyor ki bunun da izleri toplumsal bilincimizde bulunabilir.
Kabilecilik bizim toplumumuzun yapı taşlarındandır. Kendi kavmini, soyunu, aşiretini önde tutmak ve diğerlerinden ayırmak, geleneklerimizde var. Kan davaları bunun en belirgin özelliklerindendir. İki sülale birbirinin gençlerini öldürüp durur. Bu bölünme aynı köyde yaşayanlar arasında örneğin basit bir su krizinden bile çıkabilir. Yıllarca süren küslükler ve karşı tarafın başına bir iş geldiğinde oh olsun demelere bile varabilir en basitinden.
Şehir yaşantısında bu eski yaşam kültürü, kabileden siyasal düşünceye kaymış görünüyor. Bir siyasal gruba ait olan birey için önemli olan, o grubun hoşuna gidecek bir kahramanlık ve cesaret örneği göstermektir. Örneğin bugün göstericilere seve seve saldırıp öldürmekten çekinmeyen polis, aslında kendi grubu için öne çıkarak cesaret ve kahramanlık yaptığını düşünmektedir. Kan davalarında nasıl ki öldürülene acınmazsa, siyasal kimliklerimiz de aynı kabilecilikle şekilleniyor. Veya daha hafif bir örnekle, Deniz Gezmiş posterlerini ellerinden düşürmeyenler aslında kendi sınırlarını çizip, biz sizden farklı ve sizinle uzlaşmaz bir "kabile"yiz mesajını vermektedir.
Bir diğer dikkat çeken husus, Erdoğan'ın, gezi olaylarında devletin yaptığı her türlü şiddeti savunarak meşru göstermesi ve yaptıysam ben yaptım demesine rağmen alkış alması. Yarın çıkıp Ahmet'in ölümüne de, iyi olmuş derse hiç şaşırmam.
Bunun da izleri toplumsal bilincimizde bulunabilir.
Otoriterlik hala günümüzde bile var olan bir Türk aile geleneği. Baba figürü koruyucu, kollayıcı olmasının yanı sıra her şeyi bilen, ailenin kaderini belirleyen ve korku salan bir simgedir. Bu mantıkla büyüyen nesillerin otoriteye tapar hale gelmesi ve bir demir yumruğa hayran olması hiç de şaşırtıcı değil.
Şehirleşme ile bu durum azalma eğilimi gösterse de hala çoğumuzun içinde bu figür ve bir otoriteye bağlanma isteği mevcut.
Günümüz gençliği, atalara kızıp onların sistemini değiştirmek istese bile, yetiştikleri toprakların özelliği nedeniyle, aslında yine atalarının yollarında, sadece daha farklı ayakkabılarla yürümekten başka bir şey yapamıyorlar. Kurdukları örgütler dönüp dolaşıp otoriterleşiyor, ideolojileri karşısındaki insanı tecrit ediyor, içlerinde sürekli bir kahramanlık gösterme isteği, kendisini grubu için feda etme hevesi oluşuyor. Bunlar aslında, hep karşı geldikleri atalarının yöntemleri idi.
Bu kısır döngüden çıkmanın bir yolu, empati kurmaktır. Empati kuramamanın en büyük nedeni kapalı bir toplum veya grubun içinde sıkışıp kalmak, karşısındakinin durumunu anlayamamaktır. Üniversiteler ve askerlik aslında bu işi yapan, yani farklı inanç, ırk vb özelliklerdeki insanları bir araya getirip, birbirlerini tanımalarını ve anlamalarını sağlayan iki önemli araçtır ama ne kadar doğru kullanabiliyoruz bu araçları? Empatinin kuralı iletişime geçmektir. Ne zaman ki bu iletişimden koparız, o zaman iki düşman kamp yaratırız. Bugün Erdoğan'ın ve hükümetin istediği de budur.
Ve aydınlık günlerin özlemini duyanların yapması gereken şey, bu iletişi sağlamaktır. Akp seçmenini görünce kaşlarını çatmak değil, onunla konuşmak, hem kendi derdini hem de onun derdini paylaşmaktır.
Ancak bu şekilde insanlar birbirlerinin ölülerine, acılarına ortak olabilir ve beraberce karşı durabilirler.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)