17 Şubat 2015 Salı

TECAVÜZCÜYE İŞKENCE ETMEK

Özgecan cinayeti hepimizin ruhlarında derin dalgalanmalara yol açtı. Herkes haklı olarak bu vahşete büyük bir cezanın verilmesini istiyor. Ömür boyu hapis dahi kesmiyor vicdanların sesini. Herkes bu kişilere işkence yapılmasını istiyor.

Hatta konu o noktalara gidiyor ki, cezaevinde yatan insanlardan medet umuluyor. Onların, bu tecavüzcü, işkenceci canilerin icaplarına bakmaları bekleniyor. İstiyorlar ki dövsünler onları, kemiklerini kırsınlar, kessinler bir yerlerini ve hatta tecavüz etsinler.

Görüleceği üzere normal olmayan ve içinde biraz hastalık taşıyan düşünceler bunlar.

Bir kere cezaevindeki insanları aşağılayan bir düşünce bu. El altından ceza evlerindekileri överken, cellat yerine koyuyorlar onları birkere. Yaparlarsa iyi yaparlar, helal olsun diyerek gazı veriyorlar. O insanları nasıl bir hale koyduklarını düşünmüyorlar. Hangi cellat, toplumda saygın bir yer edinir ? Demek cezaevindeki tüm insanlar bize göre bütün pis işleri yaptırabileceğimiz, hayatlarının, duygularının bir önemi olmadığı maşa insanlar. Onların bir erkeğe tecavüz etmelerinde sorun yok çünkü onlar da zaten cani, aşağılık insanlar mı demeye getiriyoruz ?

Iskaladığımız ikinci bir konu ise, bir kere işkenceye onay verdikten sonra, konunun dallanıp budaklanma olasılığı. Bugün siz tecavüzcüye işkence yapılmasını makul görürsünüz, yarın bir dinci çıkar, ateiste işkence yapılmasını ister, Allah'a küfrediyor diye. Veya bir başkası, çocuğunu kavgada öldürene işkence yapılmasını ister. Ha diyeceksiniz ki, yok biz sadece tecavüzcüye ve canice cinayet işleyenlere yapılsın istiyoruz. Ama maalesef, dünya böyle dönmüyor. Cin şişeden bir kere çıktı mı, artık kontrol edilmez oluyor. Hem neden sadece sizin istediklerinize işkence yapıyormuşuz ! Ben de başka bir konuda nefret ettiğim bir suça aynı şekilde ceza verilmesini istiyorsam ? Kıstas nedir ?

Üçüncü konu ise, cani de olsa iğrenç bir insan da olsa bir insana yapılan işkence, ona onay verenin ruhunu deler. Fark etmezsiniz bunu belki hemen ama artık siz de insan olmaktan uzaklaşmaya başlarsınız. Artık zorda kalınca veya ruhunuzda yaralar açan bir olayla karşılaşınca karşınızdaki zarar vermekten çekinmezsiniz. Çünkü ruhunuza bu zehiri damlatmışsınızdır bir kere. Oysa içimizdeki insanlık duyguları, kuru ve çorak topraklarda var olmaya çalışan ve diğer etkilerden kolayca yıpranabilecek bir çiçek gibidir. Özenip bezenip, üzerine titreyerek büyütmemiz gerekir onu. Aksi halde bir bakmışsınız bakkala giderken öldürülen bir çocuğa terörist demeye başlamışsınız. Bir bakmışsınız zalimliklere gerekçeler bulmaya çalışıyor olmuşsunuz. Bir bakmışsınız zalim olmaya başlamışsınız.

Ve son olarak, hadi diyelim ki Özgecan'ın katillerine işkence yaptık. İzleyebilecek misiniz bunu ? Hayır ama birileri bunu yapsın istiyorsunuz değil mi ? Yani duygularınız tatmin olsun diye bir insanın işkenceye uğramasına onay verirken, başka bir insanı da işkence yapan konuma getirebiliyorsunuz. Yani bu insanlık ayıbı eylemi görmek istemiyorsunuz ama yapılsın istiyorsunuz.

Peki buna onay verdikten sonra, yani bir insana işkence yaptırdıktan sonra artık sevebilecek misiniz insanları, çiçekleri, hayvanları ?

Diyeceksiniz ki, senin tuzun kuru tabi. Senin kızkardeşine, kızına yapılsa bu canice şeyler, ne yapardın ?

İşte bu yüzden hukukta çok önemli bir kural vardır : Cezayı veren mağdurun yakını veya tanıdığı olmamalıdır.

16 Şubat 2015 Pazartesi

TÜM SUÇLU ERKEKLER Mİ ?

Özgecan cinayeti sonrası haklı olarak yükselen tepkiler erkekler üzerine yoğunlaşmış durumda. Bizce de son derece yerinde bir tepki. Sosyal medyada dolanan yazılarda psikolojik ve kültürel güzel analizler de yapılmış. Basit ve sıradan gördüğümüz davranışların insanı ilerde nasıl değiştirebileceğini anlatan yazılar yayımlanıyor.

Erkek egemen toplumun nedenleri ve yanlışları üzerine biz de daha önceden yazılar yazmış hatta kadınların neler yapması gerektiğini de zaman zaman vurgulamıştık. Ama kadınlara verdiğimiz bu destek, sorunun külliyen erkeklerden kaynaklanıyor olmasından değildir. Asıl mesele daha derindedir.

Toplumsal olaylara baktığımızda göreceğimiz tek bir gerçek vardır : Güçlünün güçsüzü ezmesi.

Mesele temelde erkek egemen bir kültürden ziyade, bu gerçektir. Çünkü örneklerini gördüğümüz üzere bugün güçsüz olup ezilen, yarın eline gücü geçirince, başkalarını ezmeye başlamaktadır. Gücü kutsayan bu anlayış sadece erkeklerde yoktur, kadınlarda da hakimdir. İster iş hayatında birbirini çekemeyen ve kuyularını kazmaya çalışan kadınlara bakın, ister çocuğundan daha güçlü olduğu için onu dövebilen anneye bakın. Kadın da eline gücü geçirdiği zaman bunu kullanabilmektedir.

Ayrıca ilginç bir toplumbilimsel gerçek vardır : Erkek egemen kültürün taşıyıcısı kadındır !

Yani kadınlar, bütün gün çocukla zaman geçiren, onu yetiştiren olarak, çocuklarının zihnine erkek egemen kültürü aşılayandır. Eğer erkek çocukları kendini kadınlardan üstün görüyorsa, bunun nedeni sadece babanın davranışı değil, annenin de bu kültürü, çocuğuyla başbaşa kaldığında bile onaylamasıdır.

Kız çocuğuna erkeklere itaati, erkek çocuklara üstünlüğü öğreten en önemli kişi kadındır.

Bu eğitimden geçmiş kişiler olarak okumuş yazmış, görmüş geçirmiş kızlara düşen nedir ? Okumuş kızlarımızın ruh hali nasıldır ?

Hayatlarında gerçekten erkek egemenliğini önleyecek davranışlarda bulunuyorlar mı ?

Pek sanmıyoruz. Nedenlerine gelince,

Onlar değil mi erkeği koruyucu, kollayıcı bir sığınak olarak gören ?
Onlar değil mi kendisine asılan bir başka erkeği uzaklaştıran erkeğiyle gurur duyan ?
Onlar değil mi sahip çıkılmaktan hoşlanan ?
Onlar değil mi dizilerdeki maço erkeklere hayran olan ?
Onlar değil mi erkeği ev geçindiren olarak gören ?

Farkında olarak veya olmayarak hepimiz bu düzeni besliyoruz. Suçu erkeklerde bulmadan önce kadınlar, kendi kapılarının önünü temizlemelidir. Önce kendi içlerindeki erkek hayranlığından vazgeçmelidirler.