Piramitler, şüphe yok ki insanların kafalarında en çok soru işareti uyandıran yapılar. Binlerce yıldır onun gizemi merak ediliyor, araştırılıyor. Ne mutlu ki artık onların nasıl, ne zaman, ne amaçla ve kimler tarafından yapıldığı hakkında sağlam bilgilerimiz var.
Piramitlerle ilgili klasik tarihin söylediği şey bilindiği gibi bunların firavun mezarı olduğu ve yaklaşık MÖ 2500 yıllarında yapıldığı. Mezarlık önerisi herhalde piramitler için yapılmış tarihin en saçma açıklaması. Resmi tarihten ancak bu beklenir zaten. Neyi doğru yazmış ki şimdiye kadar bunu da doğru yazsın.
Bir kere piramitler MÖ 10.000'li yıllarda yapılmıştır. MÖ 2500 yılları aslında Herodot'tan kaynaklanan yanlış bir bilgi. İşin ilginç tarafı piramitler yapılırken Mısır çöl değil yemyeşil bir yerdi !
Bu durum işleri daha da karmaşıklaştırsa da bununla ilgili ayrıntıya girmeyeceğiz. Konumuz bu değil. Bir ara bu tarih konusuna da döneriz belki. Şimdilik konumuz piramitlerin ne işe yaradığı.
Bu konu hakkında da pek çok iddia var ama aslında hepsi tam bir iknadan uzak, piramitlerin heybetine yakışmayan açıklamalar. Piramitler hakkında biraz araştıranlar herhalde okuduklarından hiç tatmin olmamışlardır. Hep bir eksiklik hissedilmiştir.
Neyse ki doğru açıklama 1998'de geldi.
Çözümü bizlere sunan ve kendisinden alıntı yapacağımız yazarın adı Christopher Dunn.
Dunn'ın yaptığı analizler ve hani biliniyor diye söylüyorum, kral odası, kraliçe odası vb hakkındaki görüşleri devrim niteliğinde. Özetle hemen söylemek gerekirse piramitlerin bir enerji santrali olduğunu söylüyor !
"Dünya küresi elektromanyetikten nükleere, mekanikten kimyasala kadar her çeşit enerjiyle yüklüdür, bir bakıma dünyayı dev bir dinamo gibi görebiliriz. Enerji titreşimdir ve her enerjinin bir frekansı vardır. Örneğin dünya ile çevresindeki iyonosfer, troposfer ve manyetosfer katları arasında oluşan 'elektromanyetik boşluk' (elektromagnetic cavity) enerjisinin temel frekansı 7.83 Hertz, harmonikleri ise 14, 20, 26, 32, 37 ve 43 Hertz'dir
Bu enerjiler dünyanın yapısında yer alan "piezoelektrik" maddeler üzerinde etkili olur ve ses dalgaları üretir. Örneğin içeriğinde kuvars olan granit kayalarda bu etkiyi yapar. Ancak bu dalgalar ultrasoniktir, yani duyulabilen ses sınırının üstündedir ve doğrudan kullanılabilir halde değildir. Başka bir deyişle, bir dönüşüm gereklidir.
Temel frekansları (veya harmonikleri) aynı olan iki cisimden birindeki titreşim öbürünü de titretir, hatta yükseltici (amplification) bir etki yapar. Yani ikinci cisim birinciden aldığı enerjiden çok daha fazlasını üretebilir. Bunun adı rezonanstır ve kontrol edilmezse, büyük felaketlere yol açabilir.
Dünyanın jeolojik enerjisini alıp kullanmak için kontrollü bir rezonans ortamı yaratmak gerekir. Bunun için de, dönüşüm santralinin dünyanın temel frekansıyla aynı olması gerekir. Bu da yetmez, başlangıçta santralde titreşimi başlatacak bir 'ilk hareket' enerjisi verilmesi gerekir. Bu yapıldıktan sonra santral Dünya'ya çok az bir enerji verecek ama karşılığında çok daha fazla enerji alacaktır.
Biraz tekniğe kaçsa da, Dunn'dan alıntı yaparak kuramını nasıl anlattığını merak edenler için bir kısmını yazmak istedim. Ayrıntılı incelerseniz piramitlerin bilinen her yapısını, bu enerji döngüsü içinde nasıl kullanıldığını ve piramitin neden bu şekilde inşa edildiğini anlatıyor.
Yani bildiklerimizin aksine, piramitler enerji üreten makinelerdir.
Sadece bu işlevleri mi var peki?
Her geçen yıl yeni birşey keşfedildiğine göre sadece bu amaçla yapılmadığı belli ama şurası artık aşikar ki, piramitlerin inşaasının en büyük nedeni bu enerji üretimidir.
Bu enerji yine üretilebilir mi piramitlerin içinde?
Belki de mümkün ama ilave bir takım şeylere ihtiyaç var çünkü başlangıçta varolan bazı parçalar daha sonra piramitin içinden alındı (Dunn belki de bilmeden mekanizmayı anlatırken bu parçalardan bahsediyor)
Peki, bu enerji nerde kullanılıyordu? Piramitlerin boyutundan da belli olduğuna göre ortaya çıkan devasa bir enerji var.
Bildiğim kadarıyla Dunn'ın bu soruya cevabı yok ama neyse ki bizim var.
O halde olayın bam teline gelelim.
Piramitleri kim, hangi amaçla yaptı?
Bu sorunun cevabı için iki farklı kaynağa başvurucaz. Bunlardan birisi ilginçtir ki Kuran olacak. Piramitlerlerle hiç ilgisi yokmuş gibi gözüken bazı ayetlere bakıcaz. İkinci kaynak ise düşünce dünyamızda devrim yaratan bir yazara ait olacak
19 Aralık 2011 Pazartesi
14 Aralık 2011 Çarşamba
LEZBİYENLİK EŞCİNSELLİK MİDİR
Başlıktaki soruyu okuyunca insan ilk başta nasıl yani, herhalde diyor ama kazın ayağı öyle değil. Biraz dikkatli bakıldığında olayın bu kadar basit olmadığı görülecektir.
Gelin konuya dinlerden girelim. Bakalım dinler eşcinselliği nasıl yasaklamış.
Bu konuda Tevrat ile Kuran uyum içindedir. Anlatılan olaylar benzerdir :
Ankebut Suresi :
28. Lût'u da peygamber olarak gönderdik. Hani o kavmine şöyle demişti: "Gerçekten siz, sizden önce dünyada hiçbir toplumun yapmadığı bir hayasızlığı işliyorsunuz."
29. "Siz hâlâ erkeklere yanaşacak, yol kesecek ve toplantılarınızda edepsizlik yapacak mısınız?" Kavminin cevabı, "Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi Allah'ın azabını getir bize" demeden ibaret oldu.
Araf Suresi :
81. "Hakikaten siz kadınları bırakıp, şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Hayır, siz haddi aşan bir toplumsunuz."
82. Kavminin cevabı ise sadece, "Çıkarın bunları memleketinizden! Güya onlar kendilerini fazla temiz tutan insanlar!..." demek oldu.
Bunlara benzer şekilde başka ayetler de var. Olay tevratta da Sodom ve Gomore diye geçmektedir ve Lut kavmininin, yaptıklarından dolayı helak edilmesi ile sonuçlanır.
Dikkatinizi çekmiştir. Burada erkek erkeğe bir cinsel ilişkiden bahsediliyor.
Kadın kadına cinsel ilişki o dönemlerde yok muydu? Hadi o dönemde yoktu, ondan sonra da mı olmadı ? Neden hiç bahsedilmiyor?
Şüphesiz olmuştur.
Peki neden dinler kadın kadına ilişkiye hiç vurgu yapmıyor ve onu cezalandırmakla tehdit etmiyor? Kadına değer vermediğinden mi? Dinlerin yalnızda erkeklere hitap etmesinden mi ?
Sanmıyorum.
Nisa suresinin anlamı, yani nisa'nın anlamı kadınlar demektir. Kadınların adının geçtiği sure bile var. Burada da eşcinsellik yapan kadından değil fuhuş yapanlardan bahsediliyor
Peki neden kadınlar arası ilişkiye hiçbir kınama yok?
Nedeni cinsel ilişkinin yapısında gizli.
Cinsel ilişki erkek cinsel organı ile kadın cinsel organının birleşmesi ile oluşur. Zaman içinde modern dünya ön sevişme diye bir şey icat etmiş ve buna adında da geçen sevişme kelimesini yapıştırmış olsa da bu neticede bir cinsel ilişki değil, hazırlık safhasıdır. Ama psikolojik nedenlerle bu ön sevişme, bazı kişilerde cinsel birleşmenin bile önüne geçebilmekte. Bu nedenle ön sevişme de çoğu kişi tarafından başlı başlıca bir cinsel ilişki sayılsa da netice de bu, fetiş benzeri bir sapmadır.
Bir cinsel ilişki için iki şey lazım demek ki: penis ve oyuk.
Vajina yerine oyuk kelimesini bilerek kullandım. Çünkü erkek ve kadın arasındaki birleşme ters ilişki şeklinde de olabilir. Bu modern dünyanın bulduğu bir olgu değildir, eskiden beri vardır. Nitekim dinlerde de üstü kapalı olarak, benzetme yapılarak bu ilişkiye de atıfta bulunulur.
O halde penis ve oyuk varsa cinsel ilişki var, yoksa yoktur.
Bu bağlamda iki sevici (lezbiyen) aslında sevişmez; seviştiğini zanneder. Çünkü ortada penis yoktur. Olmadığı için de penisi başka şeylerle taklit eder ancak. Çiftlerden biri veya ikisi birden sırayla erkek rolüne girer. Yani aslında seviciliğin mastürbasyon yapmaktan pek farkı yoktur.
Ama iki erkeğin eşcinselliğinde penis de vardır oyuk da. Yani bir cinsel ilişki kurulabilmektedir. Bu birleşme tam anlamıyla bir cinsel birleşmedir, sevicilikteki gibi yalandan değildir.
İşte bu nedenle dinler erkek erkeğe cinsel ilişkiyi yasaklar; hatta bu yüzden kavimleri bile yok eder ama kadın kadına cinsel ilişkiyi, ki dediğimiz gibi bir cinsel ilişki sayılmaz, es geçer, önemsemez, günah saymaz.
Bütün bunların ötesinde aslında sorulması gereken ilk soru, cinselliğin neden dinlerce yasaklanmış, ayıp ve günah sayılmış olmasıdır. Bu konuya da geliriz bir gün.
Gelin konuya dinlerden girelim. Bakalım dinler eşcinselliği nasıl yasaklamış.
Bu konuda Tevrat ile Kuran uyum içindedir. Anlatılan olaylar benzerdir :
Ankebut Suresi :
28. Lût'u da peygamber olarak gönderdik. Hani o kavmine şöyle demişti: "Gerçekten siz, sizden önce dünyada hiçbir toplumun yapmadığı bir hayasızlığı işliyorsunuz."
29. "Siz hâlâ erkeklere yanaşacak, yol kesecek ve toplantılarınızda edepsizlik yapacak mısınız?" Kavminin cevabı, "Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi Allah'ın azabını getir bize" demeden ibaret oldu.
Araf Suresi :
81. "Hakikaten siz kadınları bırakıp, şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Hayır, siz haddi aşan bir toplumsunuz."
82. Kavminin cevabı ise sadece, "Çıkarın bunları memleketinizden! Güya onlar kendilerini fazla temiz tutan insanlar!..." demek oldu.
Bunlara benzer şekilde başka ayetler de var. Olay tevratta da Sodom ve Gomore diye geçmektedir ve Lut kavmininin, yaptıklarından dolayı helak edilmesi ile sonuçlanır.
Dikkatinizi çekmiştir. Burada erkek erkeğe bir cinsel ilişkiden bahsediliyor.
Kadın kadına cinsel ilişki o dönemlerde yok muydu? Hadi o dönemde yoktu, ondan sonra da mı olmadı ? Neden hiç bahsedilmiyor?
Şüphesiz olmuştur.
Peki neden dinler kadın kadına ilişkiye hiç vurgu yapmıyor ve onu cezalandırmakla tehdit etmiyor? Kadına değer vermediğinden mi? Dinlerin yalnızda erkeklere hitap etmesinden mi ?
Sanmıyorum.
Nisa suresinin anlamı, yani nisa'nın anlamı kadınlar demektir. Kadınların adının geçtiği sure bile var. Burada da eşcinsellik yapan kadından değil fuhuş yapanlardan bahsediliyor
Peki neden kadınlar arası ilişkiye hiçbir kınama yok?
Nedeni cinsel ilişkinin yapısında gizli.
Cinsel ilişki erkek cinsel organı ile kadın cinsel organının birleşmesi ile oluşur. Zaman içinde modern dünya ön sevişme diye bir şey icat etmiş ve buna adında da geçen sevişme kelimesini yapıştırmış olsa da bu neticede bir cinsel ilişki değil, hazırlık safhasıdır. Ama psikolojik nedenlerle bu ön sevişme, bazı kişilerde cinsel birleşmenin bile önüne geçebilmekte. Bu nedenle ön sevişme de çoğu kişi tarafından başlı başlıca bir cinsel ilişki sayılsa da netice de bu, fetiş benzeri bir sapmadır.
Bir cinsel ilişki için iki şey lazım demek ki: penis ve oyuk.
Vajina yerine oyuk kelimesini bilerek kullandım. Çünkü erkek ve kadın arasındaki birleşme ters ilişki şeklinde de olabilir. Bu modern dünyanın bulduğu bir olgu değildir, eskiden beri vardır. Nitekim dinlerde de üstü kapalı olarak, benzetme yapılarak bu ilişkiye de atıfta bulunulur.
O halde penis ve oyuk varsa cinsel ilişki var, yoksa yoktur.
Bu bağlamda iki sevici (lezbiyen) aslında sevişmez; seviştiğini zanneder. Çünkü ortada penis yoktur. Olmadığı için de penisi başka şeylerle taklit eder ancak. Çiftlerden biri veya ikisi birden sırayla erkek rolüne girer. Yani aslında seviciliğin mastürbasyon yapmaktan pek farkı yoktur.
Ama iki erkeğin eşcinselliğinde penis de vardır oyuk da. Yani bir cinsel ilişki kurulabilmektedir. Bu birleşme tam anlamıyla bir cinsel birleşmedir, sevicilikteki gibi yalandan değildir.
İşte bu nedenle dinler erkek erkeğe cinsel ilişkiyi yasaklar; hatta bu yüzden kavimleri bile yok eder ama kadın kadına cinsel ilişkiyi, ki dediğimiz gibi bir cinsel ilişki sayılmaz, es geçer, önemsemez, günah saymaz.
Bütün bunların ötesinde aslında sorulması gereken ilk soru, cinselliğin neden dinlerce yasaklanmış, ayıp ve günah sayılmış olmasıdır. Bu konuya da geliriz bir gün.
9 Aralık 2011 Cuma
CEP TELEFONU İCAT OLDU MERTLİK BOZULDU
Hatırlayanınız var mı cep telefonsuz günlerimizi.
İnsanlara her an ulaşılamadığı için buluşma için önceden plan yapmak gerekirdi. Nerede, saat kaçta buluşulacağı belirlenir ve bismillah denilerek yola çıkılırdı. Olur da arkadaşın işi çıkar da gelmezse saatlerce bekleme durumu olabilirdi. Ama böyle durumlar olmazdı çünkü söz veren gelirdi işi de çıksa. Bilinirdi çünkü gitmezse, arkadaşın çok bekleyeceği
Artık öyle mi. Hatırlayın kaç buluşmada ekildiğinizi. Gelicem deyip de gelmeyen arkadaşlarınızı. Cep artık insanları yüzsüz yaptı. Nasıl olsa ararım, gelemeyeceğimi söylerim, beklemez gider demeye başladık. Söz verdim gideyim demek önemsiz hale geldi. Cep yüzünden verdiğimiz sözün arkasında durma erdemi kayboldu artık
Cep, bizi yalancı da yaptı. Cep yokken doğal olarak yüzyüze iletişim kullanılırdı çoğunlukla. Yüz yüzden utanır diye boşuna söylememişler. İnsan birinin gözlerine bakıp yalan söylemekten çekinir. İstenirse yine söylenir ama insanı zorlar neticede. Cep sayesinde artık birisinin yüzüne bakmadan konuştuğumuz için yalan söylemek daha kolay oldu. Mazeretler çoğaldı. Aşklar bile cepte bitiyor artık
Yüzyüze iletişimi bitirdiği için arkadaşlık duygularını da zayıflatıp yalnızlaştırdı insanları. Eskiden iki çift laf edebilmek için bir yerde buluşulup öyle sohbet edilirdi. Zamanla sohbetler de ceple yapılmaya başlanınca sosyal ilişkiler çökmeye başladı. Gözden ırak olan gönülden de ırak olur misali artık insanlar sevmeyi de unuttu.
Eskiden, birisiyle konuşmak istiyorsanız ev telefonundan aramanız gerekirdi. Ev telefonu demek kural demekti. Öyle istediğiniz saatte arayamazdınız. Evde uyuyan olabilirdi. Hem sabah hem akşam. Rahatsız etmeyelim bu saatte denirdi. Özellikle geç saatte ev telefonu çaldığından bu kötü bir olayın habercisi sayılırdı, bir ölüm haberi gibi. Cep ile artık bu da kalktı. Umursamazlık geldi insanlara. Karşıdaki insanı düşünmektense kendi derdini anlatmak daha önemliymiş gibi bir hal aldı.
Mektup yazılırdı eskiden. Hal hatır sorulur, selamlar edilir, dertler dile getirilirdi. Sakince yapılırdı bunlar, acele edilmeden. Uzun uzun yazabilirdi insanlar derdini, düşüncesini, sevgisini. Cep çıkınca bir de kısa mesajlar çıktı. Mesaja anında cevap geleceği için kısa cümleler kurulmaya başlandı (Eh iki mesaj atmanın çift kontör yazması da etkili de oldu tabi). Yani zaman hızlandı. Bu hızlanma insanın diğer işlerini de böyle hızlı yapmasına neden oldu. Farkında olmadan telaşı ve huzursuzluğu koymuş olduk ruhumuza.
Cep telefonunun faydaları da zararları da saymakla bitmez. Fakat teknoloji o kadar hızlı ilerliyor ki nereden geldiğimizi unutur olduk. Nerden geldiğini unutan anılarını da ve kendini de unutur. Kendimizi unutmaya başladık. Kim olduğumuzu, ne yaşadığımızı, nereye gittiğimizi. Akan bir ırmakta sürüklenen kum taneleri gibiyiz.
O halde sormamız lazım, ben kimim, ne kadar özgürüm diye.
İnsanlara her an ulaşılamadığı için buluşma için önceden plan yapmak gerekirdi. Nerede, saat kaçta buluşulacağı belirlenir ve bismillah denilerek yola çıkılırdı. Olur da arkadaşın işi çıkar da gelmezse saatlerce bekleme durumu olabilirdi. Ama böyle durumlar olmazdı çünkü söz veren gelirdi işi de çıksa. Bilinirdi çünkü gitmezse, arkadaşın çok bekleyeceği
Artık öyle mi. Hatırlayın kaç buluşmada ekildiğinizi. Gelicem deyip de gelmeyen arkadaşlarınızı. Cep artık insanları yüzsüz yaptı. Nasıl olsa ararım, gelemeyeceğimi söylerim, beklemez gider demeye başladık. Söz verdim gideyim demek önemsiz hale geldi. Cep yüzünden verdiğimiz sözün arkasında durma erdemi kayboldu artık
Cep, bizi yalancı da yaptı. Cep yokken doğal olarak yüzyüze iletişim kullanılırdı çoğunlukla. Yüz yüzden utanır diye boşuna söylememişler. İnsan birinin gözlerine bakıp yalan söylemekten çekinir. İstenirse yine söylenir ama insanı zorlar neticede. Cep sayesinde artık birisinin yüzüne bakmadan konuştuğumuz için yalan söylemek daha kolay oldu. Mazeretler çoğaldı. Aşklar bile cepte bitiyor artık
Yüzyüze iletişimi bitirdiği için arkadaşlık duygularını da zayıflatıp yalnızlaştırdı insanları. Eskiden iki çift laf edebilmek için bir yerde buluşulup öyle sohbet edilirdi. Zamanla sohbetler de ceple yapılmaya başlanınca sosyal ilişkiler çökmeye başladı. Gözden ırak olan gönülden de ırak olur misali artık insanlar sevmeyi de unuttu.
Eskiden, birisiyle konuşmak istiyorsanız ev telefonundan aramanız gerekirdi. Ev telefonu demek kural demekti. Öyle istediğiniz saatte arayamazdınız. Evde uyuyan olabilirdi. Hem sabah hem akşam. Rahatsız etmeyelim bu saatte denirdi. Özellikle geç saatte ev telefonu çaldığından bu kötü bir olayın habercisi sayılırdı, bir ölüm haberi gibi. Cep ile artık bu da kalktı. Umursamazlık geldi insanlara. Karşıdaki insanı düşünmektense kendi derdini anlatmak daha önemliymiş gibi bir hal aldı.
Mektup yazılırdı eskiden. Hal hatır sorulur, selamlar edilir, dertler dile getirilirdi. Sakince yapılırdı bunlar, acele edilmeden. Uzun uzun yazabilirdi insanlar derdini, düşüncesini, sevgisini. Cep çıkınca bir de kısa mesajlar çıktı. Mesaja anında cevap geleceği için kısa cümleler kurulmaya başlandı (Eh iki mesaj atmanın çift kontör yazması da etkili de oldu tabi). Yani zaman hızlandı. Bu hızlanma insanın diğer işlerini de böyle hızlı yapmasına neden oldu. Farkında olmadan telaşı ve huzursuzluğu koymuş olduk ruhumuza.
Cep telefonunun faydaları da zararları da saymakla bitmez. Fakat teknoloji o kadar hızlı ilerliyor ki nereden geldiğimizi unutur olduk. Nerden geldiğini unutan anılarını da ve kendini de unutur. Kendimizi unutmaya başladık. Kim olduğumuzu, ne yaşadığımızı, nereye gittiğimizi. Akan bir ırmakta sürüklenen kum taneleri gibiyiz.
O halde sormamız lazım, ben kimim, ne kadar özgürüm diye.
7 Aralık 2011 Çarşamba
TANGO
Konu ne zaman dansa gelse erkek arkadaşlarım sık sık benzer şeyleri konuşur : Ne buluyorsun tango'da diyorlar. Manita yapmaya mı gidiyorsun diyorlar. Kaç kızı eve attın diyorlar. Diyorlar da diyorlar
Anlamıyorlar
Bir kadınla sarmaş dolaş olup da cinselliği düşünmemenin ne demek olduğunu bilmiyorlar. Kadını hiç arkadaş olarak görmemişler çünkü. Kadın deyince seks geliyor akıllarına.
Bir kadınla sarmaş dolaş olup da bir duyguda birleşmenin ne demek olduğunu bilmiyorlar. Duyguları gelişmemiş çünkü. Duygu deyince sadece bir kadın ismi geliyor akıllarına
Bir kadınla sarmaş dolaş olup da onunla beraber yürümenin ne demek olduğunu bilmiyorlar. Bir kadına kendisi ile eşit gözüyle bakmamışlar hiç çünkü. Erkek deyince üstünlük geliyor akıllarına
Bir kadınla sarmaş dolaş olup da ona saygı duymanın ne demek olduğunu bilmiyorlar. Onların gözünde başkalarına sarılan kadın kolay kadındır çünkü. Kadın, bir erkek dışında kimseyle samimi olmamalı akıllarınca
Bir kadınla sarmaş dolaş olup da samimi bir dokunuşun ne demek olduğunu bilmiyorlar. Tanımadığın bir insana bile samimi bir sarılmanın içinde yaratacağı insanlık sevgisini tatmamışlar çünkü. Kadın veya erkekten önce insan olduğumuz gerçeği yok akıllarında
Bir kadınla sarmaş dolaş olup da müziği beraber yaşamanın ne demek olduğunu bilmiyorlar. Müziği sadece dinlemişler, hissetmemişler çünkü. Müzik ya içki masasında ya eğlencede dinlenir akıllarınca.
Tangonun yazılı olmayan kurallarından haberleri yoktur çünkü :
Bir bayanı dansa kaldırmak için genelde ayağına gidilip kibar bir dille dans teklifi yapılır. Erkek bir beyefendi edasında, kadın ise bir hanımefendi zarifliğindedir. Kadın bir nedenden dolayı dans etmek istemese bile bunu kibar bir dille yapar ve erkek bunu gurur sorunu yapmaz. Çünkü tango, kibarlığı ve saygıyı öğretir.
Dans ederken erkek sadece kendisini değil bayanı da düşünmek zorundadır. Onun ne yapacağına da karar verecektir ve bunu kendisinden önce yapacaktır. Bayan da pür dikkat erkeği izlemektedir. Onun işini kolaylaştırıp, onun açtığı yoldan onunla gidecektir. Çünkü tango, kendinden önce karşısındakini dinlemeyi, önce onu düşünmeyi öğretir.
Dans ederken yakın tutuşta bile erkek kollarının arasında kırılmaya hazır bir çiçek tuttuğunu bilir. Onu rahatsız etmemeye ve güvenle tutmaya çalışır. Kadın ise erkeğe teslim etmiştir kendini. Bilir ona güvenebileceğini. Çünkü tango, karşısındakine güven duymayı öğretir.
Dansta uyum içerisinde hareket edilir. Artık iki kişi yok, bir bedene ait 4 bacak vardır ortada. Arada anlaşmazlıklar olsa da bir orta yola gelinir. Çünkü tango, anlaşmazlıklardan çözüm çıkarmayı ve tahammülü öğretir.
Dans edilirken pistte başka insanlar da olduğundan kaza olmaması veya diğer çiftleri rahatsız etmemek için çiftlerin etraflarına dikkat etmesi ve yeterli alan yoksa yapmak istedikleri büyükçe hareketleri yapmamaları gerekir. Çünkü tango, başkalarının haklarına saygı duymayı öğretir.
Dans bitiminde erkek kadını masasına bırakır. Karşılıklı teşekkür edilir, gülümsenir. Yapılan dans çok kötü de olsa ve erkekle kadın arasında hiç uyum sağlanmasa bile. Çünkü tango, verilen emeğe saygı duymayı öğretir. Sonuçtan çok ortaya konan çaba takdir edilir.
Tango gecelerinde mutlaka bir bar kısmı vardır. Herkes meşrebince içer. Ama ortam dans ortamıdır. Kimse sarhoş olmayı düşünmez. Çünkü tango, herşeyin kararınca güzel olduğunu ve aşırıya kaçmanın yaratacağı olumsuzlukları öğretir.
Tangonun insana kattığı şeyler anlatmakla bitmez. Daha bahsetmediğimiz nice faydaları var. O halde neden okullarda dans dersi olmaz. Tango erkeği de kadını da eğitir, geliştirir. O halde buna neden çocukluktan başlanmaz.
Dans aynı zamanda disiplindir (yaptığı şeyin farkında olanlar için). Vücudumuzu, nefsimizi, tembelliğimizi eğitiriz. Üzerimizdeki stresi de atar, rahatlarız. Kim bir dans gecesinden sonra hayata daha neşeli bakmamıştır ki.
Dediğim gibi özelde tangonun, genelde dansın faydaları saymakla bitmez. O halde okullara da dans dersleri konulması için düşünmenin zamanı geldi. Hiç dans bilmeyenlerin dans kursuna yazılma zamanı geldi. Çocuğu olanların çocuklarını dans kursuna göndermelerinin zamanı geldi. Başlayıp da bırakanların bir daha deneme zamaanı geldi
Dans ettikçe güzelleşir dünya
Anlamıyorlar
Bir kadınla sarmaş dolaş olup da cinselliği düşünmemenin ne demek olduğunu bilmiyorlar. Kadını hiç arkadaş olarak görmemişler çünkü. Kadın deyince seks geliyor akıllarına.
Bir kadınla sarmaş dolaş olup da bir duyguda birleşmenin ne demek olduğunu bilmiyorlar. Duyguları gelişmemiş çünkü. Duygu deyince sadece bir kadın ismi geliyor akıllarına
Bir kadınla sarmaş dolaş olup da onunla beraber yürümenin ne demek olduğunu bilmiyorlar. Bir kadına kendisi ile eşit gözüyle bakmamışlar hiç çünkü. Erkek deyince üstünlük geliyor akıllarına
Bir kadınla sarmaş dolaş olup da ona saygı duymanın ne demek olduğunu bilmiyorlar. Onların gözünde başkalarına sarılan kadın kolay kadındır çünkü. Kadın, bir erkek dışında kimseyle samimi olmamalı akıllarınca
Bir kadınla sarmaş dolaş olup da samimi bir dokunuşun ne demek olduğunu bilmiyorlar. Tanımadığın bir insana bile samimi bir sarılmanın içinde yaratacağı insanlık sevgisini tatmamışlar çünkü. Kadın veya erkekten önce insan olduğumuz gerçeği yok akıllarında
Bir kadınla sarmaş dolaş olup da müziği beraber yaşamanın ne demek olduğunu bilmiyorlar. Müziği sadece dinlemişler, hissetmemişler çünkü. Müzik ya içki masasında ya eğlencede dinlenir akıllarınca.
Tangonun yazılı olmayan kurallarından haberleri yoktur çünkü :
Bir bayanı dansa kaldırmak için genelde ayağına gidilip kibar bir dille dans teklifi yapılır. Erkek bir beyefendi edasında, kadın ise bir hanımefendi zarifliğindedir. Kadın bir nedenden dolayı dans etmek istemese bile bunu kibar bir dille yapar ve erkek bunu gurur sorunu yapmaz. Çünkü tango, kibarlığı ve saygıyı öğretir.
Dans ederken erkek sadece kendisini değil bayanı da düşünmek zorundadır. Onun ne yapacağına da karar verecektir ve bunu kendisinden önce yapacaktır. Bayan da pür dikkat erkeği izlemektedir. Onun işini kolaylaştırıp, onun açtığı yoldan onunla gidecektir. Çünkü tango, kendinden önce karşısındakini dinlemeyi, önce onu düşünmeyi öğretir.
Dans ederken yakın tutuşta bile erkek kollarının arasında kırılmaya hazır bir çiçek tuttuğunu bilir. Onu rahatsız etmemeye ve güvenle tutmaya çalışır. Kadın ise erkeğe teslim etmiştir kendini. Bilir ona güvenebileceğini. Çünkü tango, karşısındakine güven duymayı öğretir.
Dansta uyum içerisinde hareket edilir. Artık iki kişi yok, bir bedene ait 4 bacak vardır ortada. Arada anlaşmazlıklar olsa da bir orta yola gelinir. Çünkü tango, anlaşmazlıklardan çözüm çıkarmayı ve tahammülü öğretir.
Dans edilirken pistte başka insanlar da olduğundan kaza olmaması veya diğer çiftleri rahatsız etmemek için çiftlerin etraflarına dikkat etmesi ve yeterli alan yoksa yapmak istedikleri büyükçe hareketleri yapmamaları gerekir. Çünkü tango, başkalarının haklarına saygı duymayı öğretir.
Dans bitiminde erkek kadını masasına bırakır. Karşılıklı teşekkür edilir, gülümsenir. Yapılan dans çok kötü de olsa ve erkekle kadın arasında hiç uyum sağlanmasa bile. Çünkü tango, verilen emeğe saygı duymayı öğretir. Sonuçtan çok ortaya konan çaba takdir edilir.
Tango gecelerinde mutlaka bir bar kısmı vardır. Herkes meşrebince içer. Ama ortam dans ortamıdır. Kimse sarhoş olmayı düşünmez. Çünkü tango, herşeyin kararınca güzel olduğunu ve aşırıya kaçmanın yaratacağı olumsuzlukları öğretir.
Tangonun insana kattığı şeyler anlatmakla bitmez. Daha bahsetmediğimiz nice faydaları var. O halde neden okullarda dans dersi olmaz. Tango erkeği de kadını da eğitir, geliştirir. O halde buna neden çocukluktan başlanmaz.
Dans aynı zamanda disiplindir (yaptığı şeyin farkında olanlar için). Vücudumuzu, nefsimizi, tembelliğimizi eğitiriz. Üzerimizdeki stresi de atar, rahatlarız. Kim bir dans gecesinden sonra hayata daha neşeli bakmamıştır ki.
Dediğim gibi özelde tangonun, genelde dansın faydaları saymakla bitmez. O halde okullara da dans dersleri konulması için düşünmenin zamanı geldi. Hiç dans bilmeyenlerin dans kursuna yazılma zamanı geldi. Çocuğu olanların çocuklarını dans kursuna göndermelerinin zamanı geldi. Başlayıp da bırakanların bir daha deneme zamaanı geldi
Dans ettikçe güzelleşir dünya
4 Aralık 2011 Pazar
AŞK VE KISKANÇLIK
Seven kıskanır mı gerçekten? Sahiplenmeli, korumalı mı sevdiğini? Yoksa aşk diye yaşadığımız şey ego tatmini mi?
Neden kıskanır insan sevdiğini? Başkası ile sevişme ihtimali midir bizi çileden çıkartan yoksa başkasına gönül vermesi midir?
Kıskanmak için önce "ben" demek gerekir. Ben diye bir şey yoksa kıskançlık da olmaz. Peki aşkta ben diye bir şey olur mu?
Mevcut toplumumuzda ben demeden varolmazsınız. Bu küçüklüğümüzden itibaren karakterimize dışardan enjekte edilir. Nedeni şuanki tartışma konumuz değil. Ama öyle yada böyle, farkına vardıktan sonra bunu değiştirmek elimizde. Ama ister miyiz değiştirmeyi ?
Hayır. Hayır çünkü yaşadığımız aşklarla sürekli egomuzu palazlarız. Bu da bir zevk ve tatmin yaratır ve bundan vazgeçmek istemeyiz.
Öncelikle sevdiğini kıskanmanın ego'dan geldiğini, aşk olmadığını anlamak gerekir. Kıskanmak sahiplenmektir. Bu benim demektir. Oyuncağı alınan çocuk gibi ağlarız sevdiğimiz başkası ile olunca. İnsan bu ego şişkinliği yüzünden sevdiğiyle gururla yürür. Amacı onu başkalarına gösterip başkalarını kıskandırmaktır. O sizin değil benim, şanslı olan benim dedirtebilmektir. Bu bağlamda maşuk bir mücevher görevi görür. Takılanı güzel göstermektir amacı.
Aşktaki kıskanmanın nedeni onu çok sevmek değildir. Kendini çok sevmektir.
Oysa aşkta ben diye bir şey olmaz. Aşık olan insan kendini görmez. Aşk kendini değil onu mutlu etmektir. Elbette onunla bir olmak ister, ona kavuşabilmeyi ister. Ama bu istek sahiplenme değildir. Onun ışığından faydalanıp karanlıkta kalmamaktır.
O isterse başkaları ile "sürtebilir". O isterse başkasını sevebilir. Aşık olana en büyük eziyet sevdiğinin ellere yar olması değil, onu görememek, duyamamaktır.
Aşkı bilene, aşk bir yangındır ki "ben" dediğimiz şeyi yakar. Beni yakar. O kişi artık aşkla bakar. Sadece sevdiğini değil herşeyi sever.
Aşkı bilmeyene aşk bir yangındır ki gönlü yakar. Sevdikçe sevmeyi unutur.
Nerdeydin, ne yaptın, kimdi o adam, neden o kızı süzdün, niye bana haber vermeden oraya gidiyorsun ... Bir kuşku vardır aşkı bilmeyenin yüreğinde. Seviyorum dediği kişiyi sürekli göz hapsine alır. Kaybetmekten korkar.
Büyüklerimiz, arkadaşlarımız da tavsiye verir. Ezdirme kendini ona, şimdi böyle yaparsan ilerde o sana neler yapar, ulan amma kılıbık oldun sen de ha ... Aşkı bilmeyenler aşk dersi verir bize. Sanki aşk, kimin üstün geleceğini belirleyen bir yarışmış gibi.
Aşk ne cinselliktedir ne de sevilmektedir. Aşk sevmektedir. Karşılıksız sevmektedir. Beklentisiz. O olduğu için onu sevmektedir.
Neden kıskanır insan sevdiğini? Başkası ile sevişme ihtimali midir bizi çileden çıkartan yoksa başkasına gönül vermesi midir?
Kıskanmak için önce "ben" demek gerekir. Ben diye bir şey yoksa kıskançlık da olmaz. Peki aşkta ben diye bir şey olur mu?
Mevcut toplumumuzda ben demeden varolmazsınız. Bu küçüklüğümüzden itibaren karakterimize dışardan enjekte edilir. Nedeni şuanki tartışma konumuz değil. Ama öyle yada böyle, farkına vardıktan sonra bunu değiştirmek elimizde. Ama ister miyiz değiştirmeyi ?
Hayır. Hayır çünkü yaşadığımız aşklarla sürekli egomuzu palazlarız. Bu da bir zevk ve tatmin yaratır ve bundan vazgeçmek istemeyiz.
Öncelikle sevdiğini kıskanmanın ego'dan geldiğini, aşk olmadığını anlamak gerekir. Kıskanmak sahiplenmektir. Bu benim demektir. Oyuncağı alınan çocuk gibi ağlarız sevdiğimiz başkası ile olunca. İnsan bu ego şişkinliği yüzünden sevdiğiyle gururla yürür. Amacı onu başkalarına gösterip başkalarını kıskandırmaktır. O sizin değil benim, şanslı olan benim dedirtebilmektir. Bu bağlamda maşuk bir mücevher görevi görür. Takılanı güzel göstermektir amacı.
Aşktaki kıskanmanın nedeni onu çok sevmek değildir. Kendini çok sevmektir.
Oysa aşkta ben diye bir şey olmaz. Aşık olan insan kendini görmez. Aşk kendini değil onu mutlu etmektir. Elbette onunla bir olmak ister, ona kavuşabilmeyi ister. Ama bu istek sahiplenme değildir. Onun ışığından faydalanıp karanlıkta kalmamaktır.
O isterse başkaları ile "sürtebilir". O isterse başkasını sevebilir. Aşık olana en büyük eziyet sevdiğinin ellere yar olması değil, onu görememek, duyamamaktır.
Aşkı bilene, aşk bir yangındır ki "ben" dediğimiz şeyi yakar. Beni yakar. O kişi artık aşkla bakar. Sadece sevdiğini değil herşeyi sever.
Aşkı bilmeyene aşk bir yangındır ki gönlü yakar. Sevdikçe sevmeyi unutur.
Nerdeydin, ne yaptın, kimdi o adam, neden o kızı süzdün, niye bana haber vermeden oraya gidiyorsun ... Bir kuşku vardır aşkı bilmeyenin yüreğinde. Seviyorum dediği kişiyi sürekli göz hapsine alır. Kaybetmekten korkar.
Büyüklerimiz, arkadaşlarımız da tavsiye verir. Ezdirme kendini ona, şimdi böyle yaparsan ilerde o sana neler yapar, ulan amma kılıbık oldun sen de ha ... Aşkı bilmeyenler aşk dersi verir bize. Sanki aşk, kimin üstün geleceğini belirleyen bir yarışmış gibi.
Aşk ne cinselliktedir ne de sevilmektedir. Aşk sevmektedir. Karşılıksız sevmektedir. Beklentisiz. O olduğu için onu sevmektedir.
1 Aralık 2011 Perşembe
CİNSELLİK VE KADIN
Cinsellik insanlık tarihinin en büyük tabusu... Görünmeyen güçlerce konulmuş bir yasak... Konuşması ayıp, yapılması günah...Yüzyılların omzumuza yüklediği bir dert...
İnsanlık tarihi siyasal devrimlerle dolu. Bu devrimlerin çoğu insanların toplumsal ilişkilerini de değiştirmiş ama ne acı ki en büyük devrimciler bile bu konuya el atmaktan korkmuş. Bırakın tabuları yıkmayı, dokunamamış bile.
Acaba ne olurdu bu zinciri kırsak ? Buna izin verirler mi ? İnsanlığımız, medeniyetimiz geri mi giderdi, ileri mi ?
İnsan ve ilişkileri en başta yaşadığı toplumun yapısal özellikleri ile belirlenir. Demek ki bu zinciri ancak bu yapıyı çökertince kırabiliriz. Veya tersi. Bu zinciri kırarsak bu yapı çöker !
Tarihin bizi getirdiği nokta maalesef insanın kendine yabancılaştığı bir dünya. Bu yabancılaşma insanın gayet doğal bir duygu olan cinselliğine de yabancılaşmasını doğurdu. Kendi duygularını bastırmak ve ondan utanmak zorunda kaldı. Kendinden uzaklaştı.
İnsanı insan olmaktan çıkaran bu düzeni ancak kadınlar değiştirebilir. Cinsel ahlak ve yasaklar kadını yönetmek için konulmuş kurallardır. Ne acıdır ki yüzyıllar süren erkek hükümranlığı istediğini başarmış ve kadını bu yolla kontrol altına almıştır. Çünkü cinselliğini istediği gibi kullanabilen bir kadın bütün toplumsal olaylarda erkekle boy ölçüşür, ondan korkmaz. Onun egemenliğine gerek duymaz. Mevcut durumda erkeğe boyun eğmiş olan kadın tarih boyunca erkeğin de duygularını geliştirmesine engel olmuş, onu kaba, hoyrat, medenileşmemiş bir canlı haline getirmiştir.
O halde bu savaşı kadınlar verecek. Duygularından korkmayacak. Erkeklerin onlara dayattığı namustur, günahtır, ayıptır, sana fahişe/kolay kadın derler vb laflarına kulak asmayacak. Yüceltilmiş erkeğine bağlı kadın imajını yıkacak. Bütün bunlar erkek ırkının kendine sadık ve itaatkar bir kadın ırkı yaratmak için uydurdukları masaldır. Bunların yalan olduğunu erkek ırkı bu kurallara kendisi uymayarak gösteriyor zaten.
Size cinsel özgürlük vadetmeyen hiçbir siyasal harekete destek vermeyin. Ne kadar sizin erkeklerle eşit olduğunuzu, şöyle şöyle yapıp sizin haklarınız genişleticez derlerse desinler bilin ki yalan söylüyorlar. Eşitliğin ve özgürlüğün yolu cinsel devrimden geçiyor. Ve bu devrimi erkeklerden beklemeyin. Asla yapmayacaklar
Siz özgürleştikçe, insanlık özgürleşecek. Bu savaş sadece kendiniz için değil, hepimiz için gerekli. Siz erkeklerin zincirinden koptukça erkekler de kendi bencilliklerini, aşağılık komplekslerini, eksikliklerini görecek. Erkekleri siz terbiye edeceksiniz
Bunun için de duygularınızı bastırmayıp erkekler kadar cesur olmanız gerekir. Bir erkek üç manita yapabiliyorsa bu sizin de hakkınızdır. Erkekler övünüyorsa şu kızı dün yatağa attım diye aynısını sizin de yapmaya hakkınız var. Kendinizi küçümsemeyin. Yüzyılların acısını erkeklerden çıkarın. Siz harekete geçmedikçe onlar hep bir adım önde olacak. Ve artık şikayet etmeye hakkınız olmayacak.
İnsanlık tarihi siyasal devrimlerle dolu. Bu devrimlerin çoğu insanların toplumsal ilişkilerini de değiştirmiş ama ne acı ki en büyük devrimciler bile bu konuya el atmaktan korkmuş. Bırakın tabuları yıkmayı, dokunamamış bile.
Acaba ne olurdu bu zinciri kırsak ? Buna izin verirler mi ? İnsanlığımız, medeniyetimiz geri mi giderdi, ileri mi ?
İnsan ve ilişkileri en başta yaşadığı toplumun yapısal özellikleri ile belirlenir. Demek ki bu zinciri ancak bu yapıyı çökertince kırabiliriz. Veya tersi. Bu zinciri kırarsak bu yapı çöker !
Tarihin bizi getirdiği nokta maalesef insanın kendine yabancılaştığı bir dünya. Bu yabancılaşma insanın gayet doğal bir duygu olan cinselliğine de yabancılaşmasını doğurdu. Kendi duygularını bastırmak ve ondan utanmak zorunda kaldı. Kendinden uzaklaştı.
İnsanı insan olmaktan çıkaran bu düzeni ancak kadınlar değiştirebilir. Cinsel ahlak ve yasaklar kadını yönetmek için konulmuş kurallardır. Ne acıdır ki yüzyıllar süren erkek hükümranlığı istediğini başarmış ve kadını bu yolla kontrol altına almıştır. Çünkü cinselliğini istediği gibi kullanabilen bir kadın bütün toplumsal olaylarda erkekle boy ölçüşür, ondan korkmaz. Onun egemenliğine gerek duymaz. Mevcut durumda erkeğe boyun eğmiş olan kadın tarih boyunca erkeğin de duygularını geliştirmesine engel olmuş, onu kaba, hoyrat, medenileşmemiş bir canlı haline getirmiştir.
O halde bu savaşı kadınlar verecek. Duygularından korkmayacak. Erkeklerin onlara dayattığı namustur, günahtır, ayıptır, sana fahişe/kolay kadın derler vb laflarına kulak asmayacak. Yüceltilmiş erkeğine bağlı kadın imajını yıkacak. Bütün bunlar erkek ırkının kendine sadık ve itaatkar bir kadın ırkı yaratmak için uydurdukları masaldır. Bunların yalan olduğunu erkek ırkı bu kurallara kendisi uymayarak gösteriyor zaten.
Size cinsel özgürlük vadetmeyen hiçbir siyasal harekete destek vermeyin. Ne kadar sizin erkeklerle eşit olduğunuzu, şöyle şöyle yapıp sizin haklarınız genişleticez derlerse desinler bilin ki yalan söylüyorlar. Eşitliğin ve özgürlüğün yolu cinsel devrimden geçiyor. Ve bu devrimi erkeklerden beklemeyin. Asla yapmayacaklar
Siz özgürleştikçe, insanlık özgürleşecek. Bu savaş sadece kendiniz için değil, hepimiz için gerekli. Siz erkeklerin zincirinden koptukça erkekler de kendi bencilliklerini, aşağılık komplekslerini, eksikliklerini görecek. Erkekleri siz terbiye edeceksiniz
Bunun için de duygularınızı bastırmayıp erkekler kadar cesur olmanız gerekir. Bir erkek üç manita yapabiliyorsa bu sizin de hakkınızdır. Erkekler övünüyorsa şu kızı dün yatağa attım diye aynısını sizin de yapmaya hakkınız var. Kendinizi küçümsemeyin. Yüzyılların acısını erkeklerden çıkarın. Siz harekete geçmedikçe onlar hep bir adım önde olacak. Ve artık şikayet etmeye hakkınız olmayacak.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)