Mutlu olmak isteyen insanların çevrelerindeki olayları fazla sorgulamadıkları bilinen bir gerçek. Bununla da kalmazlar, onları mutlu edecek bilgilere inanıp geri kalan bilgilere sırt çevirirler. Misal, bilim dünyanın yuvarlak olduğunu ispatladığında bile uzun yıllar buna inanmayan insanlar olmuştu.
Resmi tarih de tam olarak bunun için vardır. Görevi yalan söylemektir. Mutlu olmak isteyenlere güzel bir dünya sunar. Mutluluk delisi insanlar da okudukları bu tarihe dört elle sarılmakla kalmaz, ona aykırı şeyler söyleyen insanları kafirliğe varan ithamlarla suçlar.
Aslında bu durum bir kaçış psikolojisidir. Gerçeklerle yüzleşmekten korkan insanlardır bunlar. Çünkü gerçekler sorumluluk yükler insana. Hesap sormayı gerektirir, isyan etmeyi, karşı koymayı. Ama bunların bir bedeli vardır. Mutlu insan etliye sütlüye karışmaz, iç hesaplaşma yaşamaz. Vicdanının sesini bastırmıştır o. İnsan olduğunu, insanın yükümlülüklerini unutmuştur. Birileri onun yerine düşünür, onun yerine karar verir. O da koyun gibi onların peşinden gider. Mutlu insana çoban lazımdır, çünkü korkar karar almaktan ve onun sorumluluğunu taşımaktan.
Bu nedenle mutlu insanlar otoriteyi sever. Sığınacak bir limandır o. Katı, astığı astık olan lideri alkışladıkça huzurla dolar. Onun karakterinde kendi kişiliğini eritir. İçindeki insani sesleri güce taparak bastırır. Mutlu insan ancak topluluk içinde yaşayabilir. Ancak bir topluluğun üyesi olunca korkularını giderebilir. Yalnızken güçsüzdür, kararsızdır, kendinden emin değildir. Bu nedenle mutlu insan ait olacabileği bir topluluk, parti bulduğunda tehlikeli bir insana dönüşür. Gözü kara bir militan olabilir bir anda.
Mutlu insanlar hayatta kendileri adına bir şeyi gerçekleştiremedikleri için ancak başkalarının yaptıkları ile övünür. O yapılanlar kötü olsa bile. Yeri gelir partisinin yaptıklarını yeri gelir atalarının yaptıklarını savunur. Nasıl olsa resmi tarih onlara her türlü mazereti de sunar yalanları ile. Bu nedenle mutlu insanlar mazlumun değil zalimin yanındadır her zaman. Ataları ve tarihi şanlıdır onların. Adeta tanrı tarafından kutsanmış hatasız ırktır onunki. Ataları veya şimdiki partileri, gurupları her ne yapmışsa doğru yapmıştır.
Mutlu insanlara yapacak bir şey yok. Onlar uyumak istiyorlar. Ama bu uykudan uyanmaya çalışanlar bir karar vermeli.
Mutlu mu olacaklar, mutsuz mu. Zalimin mi yanında olacaklar, mazlumun mu. Daha önceden "Kazananların Tarihi" yazısı ile tartıştığımız gibi tarihi zafer kazanan efendilerin tarafından mı okuyacaklar yoksa ezilenlerin, hor görülenlerin, yenilenlerin tarafından da mı. Hakkı, güçlü olana mı verecekler, insani değerlere mi.
Tarihimize de bu açıyla bakmamız gerekir. Tarihte yaşanan sorunlar ırkların sorunu değildir. Örneğin Türk Ermeni sorunu olmamıştır aslında. Gücü elinde bulunduran yönetici kesim ile yönetilen kesim arasındadır tarihteki sorun. Eğer biz tercihimizi insanlıktan yana koyup yaşanan acıları paylaşmazsak, kendimizi ırkdaşı olduğumuz yönetici güce ait olmaktansa ezilene ait görmezsek, geçmişte onları ezen o güç gün gelecek bizi de ezecektir. Gücün, otoritenin ırkı yoktur çünkü. Nitekim aynı güç yıllar sonra Dersimi ezmiştir. Aynı güç bugün karşı devrim yapmaktadır ve karşı koyanı ezmektedir.
Dink'in öldürülmesi olayında en azından olumlu seyler de oldu. İnsanlar olaylara gururla değil insanlıkla bakmaya başladı. Kendini ötekinin, mağdur olanın yerine koymaya başladı. Henüz tarihe de bu şekilde bakış açısı gelişmedi ama en azından bu yönde fidanlar ekildi yüreklere.
Demek ki insanlara bazen yaşayarak değil ölerek anlatabiliyorsunuz bazı şeyleri
20 Ocak 2012 Cuma
16 Ocak 2012 Pazartesi
LAİKLİK, BİREY VE DİN
Birey laik olmaz devlet laik olur demişti başbakanımız seneler önce. O zamanlar belediye başkanıydı sanırım. Ama değişerek geliştim dese de bu konuda değişmediğini Mısır ziyareti sırasında gördük.
Peki nedir bu laiklik?
Laiklik din ve devlet işlerinin ayrılmasıdır gibi ilkokul çocukları için yapılmış tanımlar kullanmıcaz elbette. Doğru olmakla beraber çok eksik bir tanımdır.
Avrupa'dan aldığımız bu yönetim biçimi, bir zorunluluğu ifade eder. Modern dünyanın bir ihtiyacıdır laiklik. Geçmiş uzun yıllar boyunca devletler dini kurallarla yönetildi ve bu yöntemin başarısız olduğu görüldü.
Laiklik esas olarak sanayi toplumu ile ortaya çıkmıştır. Hem halk hem siyasi otorite üzerinde etkisi bulunan güçlü bir dini grubun gücü kırılmıştır. Ama neden? Gerekli miydi bu?
Gerekliydi çünkü yeni dünyanın aktörleri olarak burjuvazinin fikri hür, vicdanı hür kişilere ihtiyacı vardı yaşayabilmesi için. Bu nedenle de kader inancı içinde atıl duran, derebeyi ile dini önderinin sözünden çıkmayan köylüyü alıp yepyeni bir dünyanın içine işçi olarak sokması gerekiyordu. Bu yeni dünyanın kuralları dini inançlarla değil akıl ile konulacaktı. Ahretsel değil dünyasal olacaktı. Çünkü burjuvazi, bilimi ve teknolojiyi de kullanarak gelişiyordu ve teknoloji sürekli yeni yaşam şekillerini ortaya koyuyordu.
İşte bu nedenle çıkmıştı laiklik. Toplumsal hayatın kurallarını dine göre değil, zamanın ihtiyaçlarına göre akılcı bir yolla belirlemek ve bireylerin bu kurallar içerisinde yaşamasını sağlamak. Bu bağlamda laiklik, bireylerin hangi inançta olduğu ile ilgilenmez. Önemli olan toplumun belli bir inançla yönetilmemesi ve hiçbir grubun başka bir gruba da kendi inancı doğrultusunda baskı yapmamasıdır.
Bu toplumsal düzenin adı laikliktir ve bunu benimseyen ve buna göre yaşayan kişi de laiktir. Tıpkı demokratik bir toplum düzenini savunan ve buna göre yaşayan bir insanın demokrat olması gibi.
Müslüman, laik olmaz veya kişi, laik olmaz diyenler bir çarpıtma yapmaktadır. Laikliği dini bir inanç olarak göstermektedirler. Oysa ki laiklik bir yönetim biçimidir. Dinlerin karşıtı laiklik değil ateizm'dir.
Sadece devlet laik olur diyenler devleti sadece polis olarak görüyor herhalde. Onlara göre laiklik karşıtı bir durum olduğunda devlet müdahale edip önler. İyi ama pratikte bu nasıl mümkün olacak? Örneklerini geçmiş yıllardan beri yaşamıyor muyuz. Oruç tutmadı diye bıçaklananlar, otobüste mini etek giydi diye tartaklananlar vb. Bunları laik devlet nasıl önleyecek. Kişi dayağı yedikten sonra veya öldürüldükten sonra gelip suçluyu mu tutuklayacak. İş işten geçtikten sonra ne anlamı olacak? Hele ramazan ayında sıkça yaşanan oruç tutmayanlara yapılan psikolojik baskıyı nasıl önleyecek?
Sivasta yaşanan facia hala akıllarda. Laik bir devlette, laik olmayan insanların neler yapabileceğinin en kötü örneklerindendir.
Oysa laik bir birey, başkasını kendi inancına uymaya zorlamaz. Dolayısıyla laik bireylerden oluşan bir toplumun gündelik hayatında zaten böyle bir sorun yaşanmaz.
İşin dini boyutu da var. Laiklikle ilgili belki de yazılı ilk kayıt ve tanım Kuran'da geçer. Allah kulu ile kendisi arasına kimsenin girmemesini özellikle istemektedir. Bununla da yetinmemektedir. Yanlış yolda olanlar için "senin dinin sana, benim dinim bana" denmesini ve onların inançlarına karışılmamasını istemektedir. Kişinin sadece tebliğ yapabileceğini, ötesine geçemeyeceğini söyleyip inançsızlarla kendisinin hesaplaşacağını ve ahirette onlara gerekli cezayı vereceğini söylemektedir.
Demek ki başkalarının dini inanç olarak nasıl yaşamaları gerektiğini söyleyen ve bunu onlara kabul ettirmeye çalışan kişiler aslında Allah'ın sözüne karşı gelmektedir. Sanki Allah'ın onları doğru yola getirmeye gücü yetmiyormuş gibi davranıp psikolojik veya fiziksel olarak onlara baskı uygulamaya kalkıyorlar. Yetmiyor, kendini tanrı yerine koyup onları cezalandırmaya kalkıyor.
Bu davranışların psikolojik yapısını da tartışıcaz.
Peki nedir bu laiklik?
Laiklik din ve devlet işlerinin ayrılmasıdır gibi ilkokul çocukları için yapılmış tanımlar kullanmıcaz elbette. Doğru olmakla beraber çok eksik bir tanımdır.
Avrupa'dan aldığımız bu yönetim biçimi, bir zorunluluğu ifade eder. Modern dünyanın bir ihtiyacıdır laiklik. Geçmiş uzun yıllar boyunca devletler dini kurallarla yönetildi ve bu yöntemin başarısız olduğu görüldü.
Laiklik esas olarak sanayi toplumu ile ortaya çıkmıştır. Hem halk hem siyasi otorite üzerinde etkisi bulunan güçlü bir dini grubun gücü kırılmıştır. Ama neden? Gerekli miydi bu?
Gerekliydi çünkü yeni dünyanın aktörleri olarak burjuvazinin fikri hür, vicdanı hür kişilere ihtiyacı vardı yaşayabilmesi için. Bu nedenle de kader inancı içinde atıl duran, derebeyi ile dini önderinin sözünden çıkmayan köylüyü alıp yepyeni bir dünyanın içine işçi olarak sokması gerekiyordu. Bu yeni dünyanın kuralları dini inançlarla değil akıl ile konulacaktı. Ahretsel değil dünyasal olacaktı. Çünkü burjuvazi, bilimi ve teknolojiyi de kullanarak gelişiyordu ve teknoloji sürekli yeni yaşam şekillerini ortaya koyuyordu.
İşte bu nedenle çıkmıştı laiklik. Toplumsal hayatın kurallarını dine göre değil, zamanın ihtiyaçlarına göre akılcı bir yolla belirlemek ve bireylerin bu kurallar içerisinde yaşamasını sağlamak. Bu bağlamda laiklik, bireylerin hangi inançta olduğu ile ilgilenmez. Önemli olan toplumun belli bir inançla yönetilmemesi ve hiçbir grubun başka bir gruba da kendi inancı doğrultusunda baskı yapmamasıdır.
Bu toplumsal düzenin adı laikliktir ve bunu benimseyen ve buna göre yaşayan kişi de laiktir. Tıpkı demokratik bir toplum düzenini savunan ve buna göre yaşayan bir insanın demokrat olması gibi.
Müslüman, laik olmaz veya kişi, laik olmaz diyenler bir çarpıtma yapmaktadır. Laikliği dini bir inanç olarak göstermektedirler. Oysa ki laiklik bir yönetim biçimidir. Dinlerin karşıtı laiklik değil ateizm'dir.
Sadece devlet laik olur diyenler devleti sadece polis olarak görüyor herhalde. Onlara göre laiklik karşıtı bir durum olduğunda devlet müdahale edip önler. İyi ama pratikte bu nasıl mümkün olacak? Örneklerini geçmiş yıllardan beri yaşamıyor muyuz. Oruç tutmadı diye bıçaklananlar, otobüste mini etek giydi diye tartaklananlar vb. Bunları laik devlet nasıl önleyecek. Kişi dayağı yedikten sonra veya öldürüldükten sonra gelip suçluyu mu tutuklayacak. İş işten geçtikten sonra ne anlamı olacak? Hele ramazan ayında sıkça yaşanan oruç tutmayanlara yapılan psikolojik baskıyı nasıl önleyecek?
Sivasta yaşanan facia hala akıllarda. Laik bir devlette, laik olmayan insanların neler yapabileceğinin en kötü örneklerindendir.
Oysa laik bir birey, başkasını kendi inancına uymaya zorlamaz. Dolayısıyla laik bireylerden oluşan bir toplumun gündelik hayatında zaten böyle bir sorun yaşanmaz.
İşin dini boyutu da var. Laiklikle ilgili belki de yazılı ilk kayıt ve tanım Kuran'da geçer. Allah kulu ile kendisi arasına kimsenin girmemesini özellikle istemektedir. Bununla da yetinmemektedir. Yanlış yolda olanlar için "senin dinin sana, benim dinim bana" denmesini ve onların inançlarına karışılmamasını istemektedir. Kişinin sadece tebliğ yapabileceğini, ötesine geçemeyeceğini söyleyip inançsızlarla kendisinin hesaplaşacağını ve ahirette onlara gerekli cezayı vereceğini söylemektedir.
Demek ki başkalarının dini inanç olarak nasıl yaşamaları gerektiğini söyleyen ve bunu onlara kabul ettirmeye çalışan kişiler aslında Allah'ın sözüne karşı gelmektedir. Sanki Allah'ın onları doğru yola getirmeye gücü yetmiyormuş gibi davranıp psikolojik veya fiziksel olarak onlara baskı uygulamaya kalkıyorlar. Yetmiyor, kendini tanrı yerine koyup onları cezalandırmaya kalkıyor.
Bu davranışların psikolojik yapısını da tartışıcaz.
2 Ocak 2012 Pazartesi
ZAMANDA YOLCULUK - DİNSEL BAKIŞ
Zamanda yolculuk fikri herhalde bilimin en garip buluşlardan biri. Mantığımızı zorlayan, aklımızın alamadığı ve bazen bilim adamlarının bile sırf bu nedenle karşı çıktığı çok ilginç bir doğa gerçeği
Zamanda yolculuk fikrini iki adımda incelemek lazım. Geleceğe ve geçmişe yolculuk
Gelece yolculuk fikrine zaten pek itiraz eden yok. Hemen hemen her bilim adamı bunun şimdilik teorik de olsa mümkün olabileceğini söylüyor. Zaten görecelik kuramının ışık hızına yakın hızlara ulaşıldığında zamanın genleşmesi kuralı ispatlandı da.
Yani geleceğe gitmekte pek sorun yok. Tek yapmanız gereken hızlanmak. Işık hızına ulaşırsanız teoride zaman sıfır olur. Işık hızına yaklaktıkça zamanınız sıfıra doğru gider. Demek ki ne kadar hızlanırsanız o kadar ileriye sıçrarsınız
Peki, geçmişe geri gidilebilir mi
O da mümkün. Genel bir kabul olarak bir şey bilimde teorik olarak mümkünse pratik olarak da mümkündür. Sadece o teoriyi pratiğe dökecek teknoloji bulunmamış demektir
Evrende zaten zamanda geriye giderek yaşayan parçacıklar var. Bilimsel adları takyon. Işık hızının altı hızlar bizim dünyamızdır ve bunların parçacıkları tardyon olarak anılır ve bizim zamanımız olarak ileriye akar. Işık hızından hızlı hareket eden başka dünyanın parçacıkları ise takyondur ve zamanları bize göre gelecekten geriye doğru gider.
Gelin bilimden biraz uzaklaşıp dinlere ve dinsel yorumlara bakalım
Bay X'in yorumu ile (Bay X ER-GEÇ'in senseyi olur), tardyon nasıl ki ışık hızı altı evreni yani bizim dünyamızı anlatırsa takyonlar da aslında meleklerin dünyasını anlatmaktadır. Meleklerin zamanı bu nedenle bize göre gelecekten geçmişe doğru akar. Bununla ilgili birkaç yorum alalım bay X'ten
* Allah insanı yarattığında melekler dünyada zalimlik yapacak, bozgunculuk çıkarak bir ırk mı yaratacaksın diye itiraz eder. Allah daha Adem'i yaratmamışken melekler bunu nasıl biliyordu ? Biliyordu çünkü onların zamanları bizim geleceğimizden geliyordu.
* Cinlerin gökyüzüne çıkıp belli yerleri "dinlediği" yazar kuranda. Demek ki cinlerin meleklerin takyonik boyutu ile teğetleşip geleceği öğrenmeye çalıştıklarını görüyoruz. Daha sonra bu "kapı" cinlere kapanıyor.
Cinler ise bizim dünyamızda farklı hızlarda yaşamanın sonuçları ile ilgili ilginç bir örnek. Cinlerin insanlardan tek farkı frekanslarının bize göre çok yüksek olmasıdır. Dolayısıyla bizden çok çok daha hızlıdırlar. Işık hızına yakın hızlarda hareket ederler. Bunun doğal sonucu olarak boyutları bizden farklıdır. Yani bir insan ve bir cin dünyanın aynı yerinde, aynı noktasında aynı anda dursalar bile birbirlerine değmezler çünkü boyutları farklıdır.
Astral seyahat ile ilgili birşeyler okumuş olanlar bazı insanların astral seyahat yaparken, belli bir anda tuhaf canlılar ile karşılaştıklarını duymuş olabilirler. Bir tibet rahibi, yazdığı bir kitapta ilk astral seyahatini yaparken yaşadığı bu deneyimi ve etrafında uçuşmaya başlayan tuhaf şeylerden bahseder. Onlar bu canlılara veya şeylere ne der bilemem ama bu bizim kültürümüzde cin dediğimiz şeydir.
Dahası var. Kuranda Allahın kullarımdan bir kul dediği şahsın Musa peygamber ile olan yolculuğu anlatılır. Bu şahıs bir yolculuğunda bir çocuğu öldürür. Musa bunu neden yaptığını, suçsuz bir çocuğu neden öldürdüğünü kızgın bir şekilde sorar ve o kişi de bu çocuğun büyüyünce çok kötü biri olacağını, ana babasına eziyet edeceğini vb şeyler söyler. Bu hikaye sayfalar dolusu anlatılacak bir hikayedir ama bizim şuanki konumuzla ilgisi zaman yolculuğudur. Bu kişi geleceğe gitmiş, orada olanları görmüş, sonra tekrar geçmişe gelmiş ve tarihi değiştirmiştir.
Aynı kişinin Süleyman peygamber ile de olan bir diyaloğu vardır. Bu kişi "göz açıp kapayıncaya" kadar bir sürede çok uzaklardaki bir diyardan Süleyman'ın istediği bir tahtı getirmiştir. Belli ki zamanda ve mekanda yolculuk yapabilmektedir
Konunun dinsel boyutu ile ilgili söylenecek daha çok söz var. Bunları sadece olaya bakışımızda bize ufuk vermesi için anlattık.
Olayın bir de bilimsel boyutu ve gizli olarak yapılmış deneyleri var.
Neyse ki bu dünyada hiçbir şey gizli kalmıyor. Bir sonraki yazıda bu deneyden ve geçmişe yolculuğun nasıl yapılabileceğinden bahsedicez
Zamanda yolculuk fikrini iki adımda incelemek lazım. Geleceğe ve geçmişe yolculuk
Gelece yolculuk fikrine zaten pek itiraz eden yok. Hemen hemen her bilim adamı bunun şimdilik teorik de olsa mümkün olabileceğini söylüyor. Zaten görecelik kuramının ışık hızına yakın hızlara ulaşıldığında zamanın genleşmesi kuralı ispatlandı da.
Yani geleceğe gitmekte pek sorun yok. Tek yapmanız gereken hızlanmak. Işık hızına ulaşırsanız teoride zaman sıfır olur. Işık hızına yaklaktıkça zamanınız sıfıra doğru gider. Demek ki ne kadar hızlanırsanız o kadar ileriye sıçrarsınız
Peki, geçmişe geri gidilebilir mi
O da mümkün. Genel bir kabul olarak bir şey bilimde teorik olarak mümkünse pratik olarak da mümkündür. Sadece o teoriyi pratiğe dökecek teknoloji bulunmamış demektir
Evrende zaten zamanda geriye giderek yaşayan parçacıklar var. Bilimsel adları takyon. Işık hızının altı hızlar bizim dünyamızdır ve bunların parçacıkları tardyon olarak anılır ve bizim zamanımız olarak ileriye akar. Işık hızından hızlı hareket eden başka dünyanın parçacıkları ise takyondur ve zamanları bize göre gelecekten geriye doğru gider.
Gelin bilimden biraz uzaklaşıp dinlere ve dinsel yorumlara bakalım
Bay X'in yorumu ile (Bay X ER-GEÇ'in senseyi olur), tardyon nasıl ki ışık hızı altı evreni yani bizim dünyamızı anlatırsa takyonlar da aslında meleklerin dünyasını anlatmaktadır. Meleklerin zamanı bu nedenle bize göre gelecekten geçmişe doğru akar. Bununla ilgili birkaç yorum alalım bay X'ten
* Allah insanı yarattığında melekler dünyada zalimlik yapacak, bozgunculuk çıkarak bir ırk mı yaratacaksın diye itiraz eder. Allah daha Adem'i yaratmamışken melekler bunu nasıl biliyordu ? Biliyordu çünkü onların zamanları bizim geleceğimizden geliyordu.
* Cinlerin gökyüzüne çıkıp belli yerleri "dinlediği" yazar kuranda. Demek ki cinlerin meleklerin takyonik boyutu ile teğetleşip geleceği öğrenmeye çalıştıklarını görüyoruz. Daha sonra bu "kapı" cinlere kapanıyor.
Cinler ise bizim dünyamızda farklı hızlarda yaşamanın sonuçları ile ilgili ilginç bir örnek. Cinlerin insanlardan tek farkı frekanslarının bize göre çok yüksek olmasıdır. Dolayısıyla bizden çok çok daha hızlıdırlar. Işık hızına yakın hızlarda hareket ederler. Bunun doğal sonucu olarak boyutları bizden farklıdır. Yani bir insan ve bir cin dünyanın aynı yerinde, aynı noktasında aynı anda dursalar bile birbirlerine değmezler çünkü boyutları farklıdır.
Astral seyahat ile ilgili birşeyler okumuş olanlar bazı insanların astral seyahat yaparken, belli bir anda tuhaf canlılar ile karşılaştıklarını duymuş olabilirler. Bir tibet rahibi, yazdığı bir kitapta ilk astral seyahatini yaparken yaşadığı bu deneyimi ve etrafında uçuşmaya başlayan tuhaf şeylerden bahseder. Onlar bu canlılara veya şeylere ne der bilemem ama bu bizim kültürümüzde cin dediğimiz şeydir.
Dahası var. Kuranda Allahın kullarımdan bir kul dediği şahsın Musa peygamber ile olan yolculuğu anlatılır. Bu şahıs bir yolculuğunda bir çocuğu öldürür. Musa bunu neden yaptığını, suçsuz bir çocuğu neden öldürdüğünü kızgın bir şekilde sorar ve o kişi de bu çocuğun büyüyünce çok kötü biri olacağını, ana babasına eziyet edeceğini vb şeyler söyler. Bu hikaye sayfalar dolusu anlatılacak bir hikayedir ama bizim şuanki konumuzla ilgisi zaman yolculuğudur. Bu kişi geleceğe gitmiş, orada olanları görmüş, sonra tekrar geçmişe gelmiş ve tarihi değiştirmiştir.
Aynı kişinin Süleyman peygamber ile de olan bir diyaloğu vardır. Bu kişi "göz açıp kapayıncaya" kadar bir sürede çok uzaklardaki bir diyardan Süleyman'ın istediği bir tahtı getirmiştir. Belli ki zamanda ve mekanda yolculuk yapabilmektedir
Konunun dinsel boyutu ile ilgili söylenecek daha çok söz var. Bunları sadece olaya bakışımızda bize ufuk vermesi için anlattık.
Olayın bir de bilimsel boyutu ve gizli olarak yapılmış deneyleri var.
Neyse ki bu dünyada hiçbir şey gizli kalmıyor. Bir sonraki yazıda bu deneyden ve geçmişe yolculuğun nasıl yapılabileceğinden bahsedicez
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)