Bugüne kadar insanın ortaya çıkışı ile ilgili olarak bize hep iki görüş anlatıldı. Birincisi yaratılış düşüncesi, ikincisi de evrim kuramı. Oysa binlerce yıl önce yaşamış olan Sümerler, bize üçüncü bir yolun daha olmuş olabileceğini anlatmaktadırlar.
Yaratılış kuramı bize insanın tanrı suretinde yaratıldığını söylerken evrim kuramı, (insanın maymundan geldiği gibi yanlış bilinen bir söylemi değil) insanla maymunun aynı atadan geldiğini söyler. Tam da bu noktada aslında yaratılışçıların pek değinmediği, ancak birisi hatırlatınca dile getirdikleri ve farklı yorumlara girdikleri bir kuran ayeti var aslında:
bakara suresi 65-66 ayetleri : "İçinizden cumartesi günü azgınlık edenleri elbette biliyorsunuz. Onlara "Aşağılık birer maymun olunuz" dedik; Bunu o zamandakilere ve ondan sonrakilere bir ibret, müttekiler için de bir nasihat kıldık"
Darwin evrim kuramını oluşturmadan yüzlerce yıl önce aslında evrim kuramı İslam düşünürleri tarafından dile getirilmişti. Hatta bugün dahi evrimcilerin henüz pek savunmadıkları tersine evrim kavramı bile 14'cü yüzyılda yaşayan İbni Haldun tarafından dile getirmişti (ki, bu kişi ayrı bir yazı konusudur).
Tabi yaratılışçılara bu ayetleri sorarsınız size "aslında onu demiyor, şunu ima ediyor, şöyle demek istiyor" gibisinden açıklamalar yapacaklardır. İşin ilginç yanı, kuran, bu ayeti söylerken bu olayın gelecek nesillere bile ibret olmasını söylüyor. Yani olayın önemine ve gelecek nesillerin bunun üzerine özellikle düşünmelerini söylüyor.
Konumuz bu değil. Sadece Sümer yazıtlarındaki insanın yaratılışı açıklanırken yaratılış ve evrim düşüncelerine benzerliği görülecek ve sık sık biz de din ile bu destanlar arasındaki bağlantılara değineceğiz.
Destan dedik de bu yazıtlar hayali birer yazı, uydurma, efsane, eskilerin masalları mıdır yoksa ciddiye alınması gereken ve içinde bilimsel pek çok bilginin bulunduğu belgeler midir?
Efsane olmadıkları, bu yazıtların doğru ve önem verilerek okunması halinde güneş sisteminin oluşumunu bile anlatmalarından görülebiliyor. Bununla da kalmayıp güneş sistemindeki tüm gezegenleri (ve bizim henüz bilmediğimiz Marduk gezegenini) büyüklüklerine ve yörüngelerine göre dahi çizebilmişlerdir.
Aşağıdaki resmin sol üst köşesinde güneş merkezde olmak üzere ve tüm gezegenler görülmektedir. Resmi tarihin, güneşin, güneş sistemin merkezinde olduğunun ancak 1500'lü yıllarda Kopernic tarafından dile getirildiğini söylediğini de unutmayalım. Burdaki gezegenlerin çoğunun Kopernikten de sonra bulunduğunu da unutmayalım
Öyleyse Sümer yazıtlarına sadece destan veya masal gözüyle bakılamaz.
Belki de insanlığın durup bi soluklanması gerekmektedir. Kendisini ve evreni anlamak için dünya dışında uydular kurma, uzay araçları gönderme gibi çok masraflı işlere girmeden önce, belki de tüm dikkatini eski yazıtları aramaya ve ordan elde edeceği bilgilerden öğrenecekleri ile bu işlere girmesinin en doğru kaynak kullanımı olabileceğini düşünmesi gerekmektedir.
Sümer yazıtları bize gösteriyor ki ne kadar geriye bakarsak, o kadar ileriyi görebileceğiz.
Bir sonraki yazıda insanın yaratılışı ile ilgili eskilerin söylediklerine bakacağız
24 Şubat 2012 Cuma
22 Şubat 2012 Çarşamba
TARİH SÜMERLE BAŞLAR
İnsanlık zaman geçtikçe acaba gerçekten ileriye doğru mu gidiyor? Her geçen gün, bir öncekinin üzerine yeni bilgiler inşaa ediyor muyuz ? Örneğin zamanda geriye gittikçe bilim, teknoloji, felsefe vb dallarda da geriye doğru gidildiğini görüyoruz. Önce ortaçağa gidiyoruz; bugüne göre daha geri bilgi birikimi görüyoruz; zamanda daha geriye gittikçe de daha geri bir insanlık görüyoruz.
Ama sonra bir şey oluyor. Geriye gittikçe birden aydınlık bir çağ görüyoruz. Bilimde, felsefede vb bütün alanlarda bugün bile anlayamadığımız ileri bir seviyeyle karşılaşıyoruz. Piramitler bunun en görkemli örneği olarak duruyor.
Peki noldu da bu geçmiş dönemlerde insanlık bu kadar ilerledi de sonra gerilemeye başladı.
Neyse ki bununla ilgili elimizde yazılı kaynaklar var. Neyse ki bu kaynaklar bize bunun nasıl olduğunu açıklıyor.
Bu sır kapısı Sümerler ile açılıyor.
Sümerler bilindiği gibi MÖ 3000 yıllarında yaşamış bir topluluk. Bu kadar eskilere giden tarihçiler, tarih Sümerle başlar der. Bu cümleyi yanlış anlayan veya anlamak istemeyen (nedenini görücez) kişiler “ne yani Sümerlerden önce kimse yaşamadı mı, hiçbir bilgi yok muydu” diye sorar. Yaşadı tabi ki. Fakat bu cümlenin anlamı, Sümerlerin ilk insanlar oldukları değil, görkemli bir yazılı kayıt ve medeniyet bırakmış olmalarıdır. Onlardan önce de bunlar vardıysa (örneğin Atlantis, Mu) onlar hakkında bilimsel verilere sahip değiliz.
Sümerlerin medeniyeti, gelişmişlik düzeyleri aslında yazıtlarına bakılırsa çok da kendilerine ait değil. Bu bilimin başkalarından alındığını açıkça yazmaktadırlar. İşin ilginci bu öğretilerin kaynağı kendilerinden önce yaşamış insanlar değil.
Bu geçmiş duruma bakıldığında, insanın düşünsel gelişiminde evrimin pek de söz konusu olmadığını görüyoruz. En başta olan ve dolayısıyla en ilkel olması gereken insanlar aslında bugün bile bilmediğimiz sırlara vakıftı. Bu sırlar hem evren, hem insanın yaratılışı vb çok geniş bir bilgi dağarcığını içeriyordu.
Fakat zamanla bu bilginin kaynağı ile insanlar ayrılmaya başladı. Öğretmenler öğrencilerini artık yalnız bırakmıştı veya geri plana çekilmişti. İşte bu noktada bir bocalama evresi yaşandı. Öğretmenlerinden aldıkları temeli olmayan veya anlaşılamayan bilgiler zamanla unutulmaya yüz tuttu. Diğer bilinenlerin çoğu ise insanın o günkü kapasitesinin üzerinde olduğu için ve zaten belli bir azınlıkça bilindiği için onlar da unutulmaya yüz tuttu. Belli bişr azınlık bu bilgilerin bir kısmını gizli bir şekilde saklasa da bu kadim bilgilerden çok azı kaldı geriye.
Bundan sonra üçüncü evre yaşandı. Artık insan kendi ayakları üzerinde yürümek zorunda idi. Bu üçüncü evre bildiğimiz dönemi açtı. Geçmişten bugüne yavaş ama sürekli ilerleyen evre. İnsanın tırnakları ile kazıyarak oluşturduğu evre.
Neyse ki Sümerler öğrendikleri bu bilgileri yazmayı seçmişler. Aksi halde bugün hala pek çok soruya tutarlı ve çok geniş bir bütün içinde cevap veremeyecek, olaylara daha geniş bir açıyla bakamayacaktık. Bu sorular ve cevaplar içerisinde güneş sisteminin oluşmasından, insanın yaratılışına, dinlerin ortaya çıkışından, bugün bulup da anlam veremediğimiz geçmiş dönemlere ait yapı ve teknolojik aletlere kadar pek çok şey gizli. Ve bunları okumadan, insanın en temel sorularından biri olan ben kimim sorusuna hakkıyla cevap veremeyiz.
Biz bu cevaplardan sadece insanın yaratılışını ve dinlerin oluşumunu, din kitaplarından ve bugünkü bilimden daha farklı ve ayrıntılı olarak Sümer kayıtlarında nasıl anlatıldığına bakacağız. Ve o zaman bugünkü inanç ve düşüncelerimizi de sorgulamamız gerektiğini göreceğiz.
Ama sonra bir şey oluyor. Geriye gittikçe birden aydınlık bir çağ görüyoruz. Bilimde, felsefede vb bütün alanlarda bugün bile anlayamadığımız ileri bir seviyeyle karşılaşıyoruz. Piramitler bunun en görkemli örneği olarak duruyor.
Peki noldu da bu geçmiş dönemlerde insanlık bu kadar ilerledi de sonra gerilemeye başladı.
Neyse ki bununla ilgili elimizde yazılı kaynaklar var. Neyse ki bu kaynaklar bize bunun nasıl olduğunu açıklıyor.
Bu sır kapısı Sümerler ile açılıyor.
Sümerler bilindiği gibi MÖ 3000 yıllarında yaşamış bir topluluk. Bu kadar eskilere giden tarihçiler, tarih Sümerle başlar der. Bu cümleyi yanlış anlayan veya anlamak istemeyen (nedenini görücez) kişiler “ne yani Sümerlerden önce kimse yaşamadı mı, hiçbir bilgi yok muydu” diye sorar. Yaşadı tabi ki. Fakat bu cümlenin anlamı, Sümerlerin ilk insanlar oldukları değil, görkemli bir yazılı kayıt ve medeniyet bırakmış olmalarıdır. Onlardan önce de bunlar vardıysa (örneğin Atlantis, Mu) onlar hakkında bilimsel verilere sahip değiliz.
Sümerlerin medeniyeti, gelişmişlik düzeyleri aslında yazıtlarına bakılırsa çok da kendilerine ait değil. Bu bilimin başkalarından alındığını açıkça yazmaktadırlar. İşin ilginci bu öğretilerin kaynağı kendilerinden önce yaşamış insanlar değil.
Bu geçmiş duruma bakıldığında, insanın düşünsel gelişiminde evrimin pek de söz konusu olmadığını görüyoruz. En başta olan ve dolayısıyla en ilkel olması gereken insanlar aslında bugün bile bilmediğimiz sırlara vakıftı. Bu sırlar hem evren, hem insanın yaratılışı vb çok geniş bir bilgi dağarcığını içeriyordu.
Fakat zamanla bu bilginin kaynağı ile insanlar ayrılmaya başladı. Öğretmenler öğrencilerini artık yalnız bırakmıştı veya geri plana çekilmişti. İşte bu noktada bir bocalama evresi yaşandı. Öğretmenlerinden aldıkları temeli olmayan veya anlaşılamayan bilgiler zamanla unutulmaya yüz tuttu. Diğer bilinenlerin çoğu ise insanın o günkü kapasitesinin üzerinde olduğu için ve zaten belli bir azınlıkça bilindiği için onlar da unutulmaya yüz tuttu. Belli bişr azınlık bu bilgilerin bir kısmını gizli bir şekilde saklasa da bu kadim bilgilerden çok azı kaldı geriye.
Bundan sonra üçüncü evre yaşandı. Artık insan kendi ayakları üzerinde yürümek zorunda idi. Bu üçüncü evre bildiğimiz dönemi açtı. Geçmişten bugüne yavaş ama sürekli ilerleyen evre. İnsanın tırnakları ile kazıyarak oluşturduğu evre.
Neyse ki Sümerler öğrendikleri bu bilgileri yazmayı seçmişler. Aksi halde bugün hala pek çok soruya tutarlı ve çok geniş bir bütün içinde cevap veremeyecek, olaylara daha geniş bir açıyla bakamayacaktık. Bu sorular ve cevaplar içerisinde güneş sisteminin oluşmasından, insanın yaratılışına, dinlerin ortaya çıkışından, bugün bulup da anlam veremediğimiz geçmiş dönemlere ait yapı ve teknolojik aletlere kadar pek çok şey gizli. Ve bunları okumadan, insanın en temel sorularından biri olan ben kimim sorusuna hakkıyla cevap veremeyiz.
Biz bu cevaplardan sadece insanın yaratılışını ve dinlerin oluşumunu, din kitaplarından ve bugünkü bilimden daha farklı ve ayrıntılı olarak Sümer kayıtlarında nasıl anlatıldığına bakacağız. Ve o zaman bugünkü inanç ve düşüncelerimizi de sorgulamamız gerektiğini göreceğiz.
7 Şubat 2012 Salı
DİNCİNİN PSİKOLOJİSİ
Dincilerin değişmez bir psikolojisi vardır. Etraflarındaki herkesin kendi inançları doğrultusunda yaşamasını isterler. Müslüman dinci için de geçerli bu hristiyanı, musevisi için de. Kendi hayatında dindar biri olarak yaşamak yetmez onlara. İlla başka insanların da onlar gibi veya onların koyduğu kurallara uyarak yaşamasını ister. Yeri gelir kendisine yardım etmeyen, kendi halinde dinini yaşayan dindar insanlara da kızar.
Dinleri onları nasıl olsa cennete göndermiyor mu? İyi de o zaman nedir kendileri gibi olmayanlarla alıp veremedikleri ? Herkes istediği gibi yaşasın ve ahirette de onlar cennete öbürleri cehenneme gitsin. Olay neden bu kadar basit olamıyor.
Acaba içlerinde dünya nimetlerinden vazgeçmiş olmanın verdiği sinir ve tatminsizlik mi var. Elalem çatır çatır yaşarken, kendileri bu dünya güzelliklerine nefs deyip burun kıvırmak zorunda kaldıkları için mi diğer insanlara karşı olan bu hırsları. İntikam mı almak istiyorlar onlardan. Bu nedenle mi cenneti Yunus gibi tanrıya yakın olmak olarak değil de dünyada yaşayamadıkları zevkleri tatmin yeri olarak görüyorlar. Tasvir ettikleri cennet bu dünyada günah olarak tanımladıkları şeylerden ibaret değil mi.
Acaba şeytandan Allah'tan korktuklarından daha mı fazla korkuyorlar. Onların gözünde şeytan, dünya hayatına dalmış insanların içinde. Onlar nefslerine ve dolayısıyla şeytana yenilmiştir. O şeytanın bir gün kendilerini de kandırabileceklerinden mi korkuyorlar. Acaba dışarıya karşı çok inançlı gözükseler de içlerindeki bu imanın biraz sallayınca yıkılacak çürük bir temelden ibaret olduğunu görmekten mi korkuyorlar. Bu nedenle mi diğer insanların yaşadıkları hayatı yok edip bütün dünyayı dinlerince düzenlemek istiyorlar. Tüm hayat kendi dinlerince olunca artık o dünyevi unsurların gözlerine gözükmeyeceğini ve içlerindeki, aslında tam tatmin olmamış kendileri ile bir ömür karşılaşmayacaklarını ve huzur içinde yaşayacaklarını mı düşünüyorlar
Acaba inandıkları tanrıya mı bütün öfkeleri. O tanrı ki kutsal kitaplarda kötülerin başına hep felaket getirdiğini, onlara sadece biraz mühlet verdiğini, kimi zaman kavimleri yok ettiğini söylemiş. Ama günümüzde hiç de böyle şeylerin olmaması, kötü dedikleri o başka hayatı yaşayanların yüzyıllardır gayet mutlu ve eğlenceli yaşadıklarını görüp, inandıkları tanrının niye onlara bir felaket getirmediğine mi kızıyorlar. Tanrının yapmadığını mı yapmak istiyorlar.
Acaba hayatlarına anlam katmak için mi böyle yapıyorlar. Küçüklüklerinden beri ancak kendileri gibi olanlarla birşeyler paylaşabilmek ve anlaşabilmek zorunda olmanın verdiği ruhsal boşluk nedeniyle mi bu hareketleri. Aslında çok sıkıldıklarından mı yapıyorlar. Aynı topluluk içinde yok olmuş kişilikleri acaba bu şekilde mi değer kazanabiliyor. İnsanın kendini gerçekleştirme isteği, hayatında bir amacının olması gerekliliği ancak bu şekilde mi tatmin olabiliyor. Hepsi bir kalıptan çıkmış gibi yaşayan bu topluluk içinde, bu şekilde mi kendi olabiliyor. Başkalarını dönüştürebilmek veya boyunduruğu altına alabilmek artık onun için tek bir başarı ölçütü mü oluyor. Ve ancak bu şekilde mi takdir edilme hissi yaşayabiliyor.
Kendisini değil de başkaları değiştirmeye çalışan insanlar kendi içlerine bakmaya korkan insanlardır. İlla ki bir psikolojik sorunu vardır bu insanların. Bu sorun ne kadar büyükse kişinin başkalarına tavrı da o kadar sertleşir. Bu kişi bu eksikliğini sürekli hisseder. Bu hissi gidermenin tek yolu, kendisi gibi olanlarla bir araya gelip sürekli birbirlerini motive etmekten geçer. Birbirlerini bileyip keskin bıçak olurlar.
Acaba demokrasi burada nasıl davranmalı ? Bu şekildeki insanlara örgütlenme olanağı mı vermeli yoksa onları engellemeli mi ?
Cevapsız bir soru olmasa da cevabı zor bir soru.
Dinleri onları nasıl olsa cennete göndermiyor mu? İyi de o zaman nedir kendileri gibi olmayanlarla alıp veremedikleri ? Herkes istediği gibi yaşasın ve ahirette de onlar cennete öbürleri cehenneme gitsin. Olay neden bu kadar basit olamıyor.
Acaba içlerinde dünya nimetlerinden vazgeçmiş olmanın verdiği sinir ve tatminsizlik mi var. Elalem çatır çatır yaşarken, kendileri bu dünya güzelliklerine nefs deyip burun kıvırmak zorunda kaldıkları için mi diğer insanlara karşı olan bu hırsları. İntikam mı almak istiyorlar onlardan. Bu nedenle mi cenneti Yunus gibi tanrıya yakın olmak olarak değil de dünyada yaşayamadıkları zevkleri tatmin yeri olarak görüyorlar. Tasvir ettikleri cennet bu dünyada günah olarak tanımladıkları şeylerden ibaret değil mi.
Acaba şeytandan Allah'tan korktuklarından daha mı fazla korkuyorlar. Onların gözünde şeytan, dünya hayatına dalmış insanların içinde. Onlar nefslerine ve dolayısıyla şeytana yenilmiştir. O şeytanın bir gün kendilerini de kandırabileceklerinden mi korkuyorlar. Acaba dışarıya karşı çok inançlı gözükseler de içlerindeki bu imanın biraz sallayınca yıkılacak çürük bir temelden ibaret olduğunu görmekten mi korkuyorlar. Bu nedenle mi diğer insanların yaşadıkları hayatı yok edip bütün dünyayı dinlerince düzenlemek istiyorlar. Tüm hayat kendi dinlerince olunca artık o dünyevi unsurların gözlerine gözükmeyeceğini ve içlerindeki, aslında tam tatmin olmamış kendileri ile bir ömür karşılaşmayacaklarını ve huzur içinde yaşayacaklarını mı düşünüyorlar
Acaba inandıkları tanrıya mı bütün öfkeleri. O tanrı ki kutsal kitaplarda kötülerin başına hep felaket getirdiğini, onlara sadece biraz mühlet verdiğini, kimi zaman kavimleri yok ettiğini söylemiş. Ama günümüzde hiç de böyle şeylerin olmaması, kötü dedikleri o başka hayatı yaşayanların yüzyıllardır gayet mutlu ve eğlenceli yaşadıklarını görüp, inandıkları tanrının niye onlara bir felaket getirmediğine mi kızıyorlar. Tanrının yapmadığını mı yapmak istiyorlar.
Acaba hayatlarına anlam katmak için mi böyle yapıyorlar. Küçüklüklerinden beri ancak kendileri gibi olanlarla birşeyler paylaşabilmek ve anlaşabilmek zorunda olmanın verdiği ruhsal boşluk nedeniyle mi bu hareketleri. Aslında çok sıkıldıklarından mı yapıyorlar. Aynı topluluk içinde yok olmuş kişilikleri acaba bu şekilde mi değer kazanabiliyor. İnsanın kendini gerçekleştirme isteği, hayatında bir amacının olması gerekliliği ancak bu şekilde mi tatmin olabiliyor. Hepsi bir kalıptan çıkmış gibi yaşayan bu topluluk içinde, bu şekilde mi kendi olabiliyor. Başkalarını dönüştürebilmek veya boyunduruğu altına alabilmek artık onun için tek bir başarı ölçütü mü oluyor. Ve ancak bu şekilde mi takdir edilme hissi yaşayabiliyor.
Kendisini değil de başkaları değiştirmeye çalışan insanlar kendi içlerine bakmaya korkan insanlardır. İlla ki bir psikolojik sorunu vardır bu insanların. Bu sorun ne kadar büyükse kişinin başkalarına tavrı da o kadar sertleşir. Bu kişi bu eksikliğini sürekli hisseder. Bu hissi gidermenin tek yolu, kendisi gibi olanlarla bir araya gelip sürekli birbirlerini motive etmekten geçer. Birbirlerini bileyip keskin bıçak olurlar.
Acaba demokrasi burada nasıl davranmalı ? Bu şekildeki insanlara örgütlenme olanağı mı vermeli yoksa onları engellemeli mi ?
Cevapsız bir soru olmasa da cevabı zor bir soru.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)