AKP iktidari ile giderek muhafazakarlasmaya veya dindarlasmaya baslayan toplumumuzda, kendileri gibi yasamayan insanlara karsi siddet ve baskilar giderek artmaya basladi. FETO ile bir sarsilma olsa da, o bizden degil, gercek Islam onlar degil deyip kenara cekildiler ve tum sucu FETO'ya attilar.
Islamiyette ruhban sinifi yoktur deseler de bu, Kuran'daki Islam icin gecerlidir. Fiiliyatta yani yasanan Islamda aslinda vardir bu sinif. Insanlar, dinlerini ogrenmek icin okumak yerine bu kisilerin agizlarina bakmaktadir. Onlar neye caiz derse yapmakta, neye gunah derse ondan uzak durmaya calismaktadir. Ve bu ruhban sinifi, bunu, basta hadisleri kullanarak yapmaktadir.
Islam'in carpitilmasinin en onemli yolu ve yontemi de zaten budur : Uydurulmus hadisler.
Is o dereceye gelmis durumdaki, acikca Kuran'a aykiri hadisler bile Islam'in sartidir denilerek benimsenilmektedir.
Isin ilginc tarafi Kuranda, Allah acikca bu hadislere uyulmamasini emretmistir. Gelin o ayetleri okuyalim :
Casiye 6 : İşte bunlar, Allah'ın ayetleridir ki, onları sana hak olarak okuyoruz. Hal böyle iken Allah'tan ve onun ayetlerinden sonra hangi HADİS'e inanıyorlar?!
A’raf 185: Göklerin ve yerin melekutuna, Allah'ın yarattığı herhangi birşeye bakmadılar mı; ecellerinin gerçekten yaklaşmış olabileceğini düşünmediler mi? Peki, bu Kur'an'dan sonra hangi HADİS'e iman ediyorlar?
Mürselat 49-50: O gun yalanlanmis olanlarin vay haline. Artık bundan sonra hangi HADİS'e iman edecekler?
Iste size apacik ayetler !
Peki siz daha onceden bu ayetleri neden hic duymadiniz veya okumadiniz ?
Cunku Kuran cevirilerini islerine geldigi gibi yapiyorlar. Hadis, soz demektir. Muhammedin soyledigi sozlere hadis dedikleri icin, bu ayetleri hadis diye cevirirlerse gercegin ortaya cikacagini bildiklerinden, hadis yerine soz kelimesini koyarak ceviriyorlar.
Kuran cevirisi, baslibasina tartisilmasi gereken bir konudur. Bu sekilde daha pek cok bilincli yada bilincsizce yapilmis ceviri hatalari vardir. En basidinden bir ornek de namaz ile ilgili cevirilerdir (bu konuya sonra deginecegiz)
Hadislerin peygamberin olumunden 150-200 yil sonra yazildigi ortada iken, nasil sahih oluyor bunlar. Birbirleriyle apacik celiski icinde olan yuzlerce hadis var. Birakin birbirleri ile celismeyi, Kuran ile celisen sozde sahih hadisler varken, neden hala bunlarin pesinde gidiliyor.
Allah, Kuranda herseyi apacik anlattigini soyluyor ama biz Allah'a karsi gelerek, hasa, yok sen anlatamadin, bu nedenle biz binlerce hadisin pesinde gidecegiz diyoruz. Allah derdini anlatamiyor mu yani ? Allah verdigi ayeti, kullarinin nasil yorumlayacagini, anlayip anlamayacagini bilmiyor mu ?
Usenmeyip benim ruhban sinifi dedigim bu kisilerin konusmalarini dinleyin. Soyledikleri 100 cumlenin sadece 1'i Kurandan alintidir. Geri kalaninin cogu hadis, ondan da geriye kalani bilmem ne hazretleri, evliyalari, hocaefendileri vb dedikleri ve ululastirdiklari kisilerin sozleridir.
Yani Kuran ortada yoktur. Dini tartismalar, hadisler ve hocalarin laflari uzerine yapilmaktadir.
Tabi bunun bu sekilde olmasinin sucu bu ruhban sinifinin degil, Kuran ortada iken, onu okumaya usenenlerindir. Kendine okumus diyen, cagdas diyen pek cok insan bile, inansin yada inanmasin, kendi toplumunun en onemli unsurlarindan biri olan dinin kaynagini okumaya usenmektedir. Boyle bir ortamda tabi ki ruhban sinifi cikacaktir.
7 Kasım 2016 Pazartesi
2 Eylül 2016 Cuma
ISLAMIN SARTLARI - 1
Fettullahci teror orgutunun darbe girisimi sonrasi, tvlerde yapilan onlarca tartisma programinda surekli ayni soruya cevap arandi. Bu adamlar Islam'in icine nasil yerlesti ? Islam'in, Muslumanlarin hangi ogretileri, inanclari bu adamlarin itibar gormesine ve insanlari kandirabilmelerine olanak sagladi ?
Soru guzel ama hicbir tartisma programinda bu sorulara dogru cevap vereni goremedik. Cevap vermek bir kenara, bir de ustelik Feto'ya bakip mevcut cemaatleri suclamayalim diye herkes agiz birligi yapmis durumda. Her programda, tamam Islami anlayis bicimimizi tartisalim ama sunu sunu yapmayalim denilip konu baska taraflara cekiliyor. Daha henuz Islam'i anlayis bicimimizin tartisildigini da gormedik.
Bu sorulara yanit vermek istiyorsak once Islam tarihine bakmamiz gerekiyor. Bize ogretilenleri, neye nicin inandigimizi sorgulamamiz gerekiyor.
Ama Islam tarihini baska bir konu basligina birakip burada inanclarimizin ve Islami davranislarimizin temellerini tartisacagiz.
Basit birkac soruyla baslayabiliriz :
Islam'i diger dinlerden ayiran sey nedir ? Islam'in ozu nedir ? Islam, nasil bir insan istiyor ? Musluman kimdir ? Bir Musluman nasil davranir, nasil yasar ?
Bu soruya verilen klasik cevap, imanin ve Islam'in sartlaridir. Imanin sartlari inanc sinirlarini belirler. Muslumani soyut kavramlarla diger din mensuplarindan veya inancsizlardan ayirir.
Islam'in sartlari ise Musluman'in nasil yasamasi gerektigini, uygulamayi, davranislari belirler. Islam'in bizden yapmamizi istedigi sey budur. Bunlari yapan biri cennete gidecektir. Bunlari yapan biri kotu biri olamaz cunku bunlar insani terbiye eder. Hayirli bir insan olmanin yolu bu sartlari yerine getirmekten gecer.
Bize hep boyle ogretildi ama acaba oyle mi ?
Islamin, Kuran'in amaci gercekten bunlar mi ?
Once Islam'in sarti diye bize ogretilen seyleri bir tekrarlayalim : kelime-i sahadet getirmek, namaz kilmak, oruc tutmak, zekat vermek, hacca gitmek.
Bunlar arasinda da namaz ve oruc basi cekiyor. Pek cok cemaatten, muslumandan, kitaplardan vb duymussunuzdur : Namaz dinin diregidir.
Bu soz bir ayet degil bir hadistir (hadis mevzusu zaten baslibasina bir konudur ama burada bu konuya girmeyecegiz) ama ne ilginctir ki bu cumle, artik kural gibidir.
Bu inanisin dogru olmadigini gostermek cok kolaydir. Bir iki ornege bakalim :
* Fettullah ve cemaati, Islam'in 5 sartini da yerine getirmiyor mu ? Getiriyor. Demek ki Islam'in 5 sartini uygulamak, darbe yapmaya, masum insanlara kursun sikmaya, bir ulkeyi yok etmeye calismaya engel degil.
* ISID denilen teror orgutu, Islam'in 5 sartini da yerine getirmiyor mu ? Getiriyor. Demek ki Islam'in 5 sartini uygulamak, terorist olmaya, masum insanlari hunharca katletmeye, dunyaya kin ve nefret sacmaya engel degil.
Demek ki bize Islam'in sarti diye ogretilenler, bizi Allah'in sevgili kulu yapmaya yetmiyor. Bu 5 sart, Kuranda vardir ve her Musluman'a farzdir ama orneklerden de gorulecegi uzere bu 5 sarti yerine getirenlerin coguna, "bunlar gercek Musluman degil" veya "bunlarinki gercek Islam degil" diyebiliyoruz. Demek ki Islam'in ozu baska bir yerde, ibadetlerde degil. Islam'in yaratmaya calistigi insan tipi ibadet eden insandan cok daha otedir.
Ama bize ogretilen din, ibadetten ibaret. Iste bu nedenle birisinin sakali varsa, cubbeliyse, namazinda niyazinda ise, orucunu tutuyorsa, hacca gitmisse o kisi muteberdir (ilginctir zekata bakan, bu ibadete deger veren pek yoktur), sozu dinlenir, kendisinden kotuluk beklenmez. Daha da kotusu, gunah islese bile kapatilmaya calisilir. Dini cemaatlerde yasanan tecavuz, zimmete para gecirme gibi gunahlara karsi takinilan tavirlar bunu gosteriyor.
Demek ki, Fetonun ve benzerlerinin Islamdaki temellerini ararken, inanclarimizi yeniden tasarlamamiz gerekiyor. Bize ogretilenleri sorgulamamiz gerekiyor.
Islam'in sartlarini 5'e indirip yazanlar insanlardir. Kuran'da boyle bir sart siralamasi yoktur. Kuran'da yazan hersey bir Musluman'in uymasi gereken kurallardir. Ama illa bir oncelik listesi yapilacaksa, bunu yeniden yapmamiz gerektigi ortadadir.
O halde baslayalim. Islam'in sartlari nelerdir ? Islam, nasil bir Musluman istiyor ? Ibadetler kacinci siradadir ?
Gelecek yazida, Kuran'a uyarak, yeni bir sart siralamasi yapilabilir mi, tartisacagiz.
Soru guzel ama hicbir tartisma programinda bu sorulara dogru cevap vereni goremedik. Cevap vermek bir kenara, bir de ustelik Feto'ya bakip mevcut cemaatleri suclamayalim diye herkes agiz birligi yapmis durumda. Her programda, tamam Islami anlayis bicimimizi tartisalim ama sunu sunu yapmayalim denilip konu baska taraflara cekiliyor. Daha henuz Islam'i anlayis bicimimizin tartisildigini da gormedik.
Bu sorulara yanit vermek istiyorsak once Islam tarihine bakmamiz gerekiyor. Bize ogretilenleri, neye nicin inandigimizi sorgulamamiz gerekiyor.
Ama Islam tarihini baska bir konu basligina birakip burada inanclarimizin ve Islami davranislarimizin temellerini tartisacagiz.
Basit birkac soruyla baslayabiliriz :
Islam'i diger dinlerden ayiran sey nedir ? Islam'in ozu nedir ? Islam, nasil bir insan istiyor ? Musluman kimdir ? Bir Musluman nasil davranir, nasil yasar ?
Bu soruya verilen klasik cevap, imanin ve Islam'in sartlaridir. Imanin sartlari inanc sinirlarini belirler. Muslumani soyut kavramlarla diger din mensuplarindan veya inancsizlardan ayirir.
Islam'in sartlari ise Musluman'in nasil yasamasi gerektigini, uygulamayi, davranislari belirler. Islam'in bizden yapmamizi istedigi sey budur. Bunlari yapan biri cennete gidecektir. Bunlari yapan biri kotu biri olamaz cunku bunlar insani terbiye eder. Hayirli bir insan olmanin yolu bu sartlari yerine getirmekten gecer.
Bize hep boyle ogretildi ama acaba oyle mi ?
Islamin, Kuran'in amaci gercekten bunlar mi ?
Once Islam'in sarti diye bize ogretilen seyleri bir tekrarlayalim : kelime-i sahadet getirmek, namaz kilmak, oruc tutmak, zekat vermek, hacca gitmek.
Bunlar arasinda da namaz ve oruc basi cekiyor. Pek cok cemaatten, muslumandan, kitaplardan vb duymussunuzdur : Namaz dinin diregidir.
Bu soz bir ayet degil bir hadistir (hadis mevzusu zaten baslibasina bir konudur ama burada bu konuya girmeyecegiz) ama ne ilginctir ki bu cumle, artik kural gibidir.
Bu inanisin dogru olmadigini gostermek cok kolaydir. Bir iki ornege bakalim :
* Fettullah ve cemaati, Islam'in 5 sartini da yerine getirmiyor mu ? Getiriyor. Demek ki Islam'in 5 sartini uygulamak, darbe yapmaya, masum insanlara kursun sikmaya, bir ulkeyi yok etmeye calismaya engel degil.
* ISID denilen teror orgutu, Islam'in 5 sartini da yerine getirmiyor mu ? Getiriyor. Demek ki Islam'in 5 sartini uygulamak, terorist olmaya, masum insanlari hunharca katletmeye, dunyaya kin ve nefret sacmaya engel degil.
Demek ki bize Islam'in sarti diye ogretilenler, bizi Allah'in sevgili kulu yapmaya yetmiyor. Bu 5 sart, Kuranda vardir ve her Musluman'a farzdir ama orneklerden de gorulecegi uzere bu 5 sarti yerine getirenlerin coguna, "bunlar gercek Musluman degil" veya "bunlarinki gercek Islam degil" diyebiliyoruz. Demek ki Islam'in ozu baska bir yerde, ibadetlerde degil. Islam'in yaratmaya calistigi insan tipi ibadet eden insandan cok daha otedir.
Ama bize ogretilen din, ibadetten ibaret. Iste bu nedenle birisinin sakali varsa, cubbeliyse, namazinda niyazinda ise, orucunu tutuyorsa, hacca gitmisse o kisi muteberdir (ilginctir zekata bakan, bu ibadete deger veren pek yoktur), sozu dinlenir, kendisinden kotuluk beklenmez. Daha da kotusu, gunah islese bile kapatilmaya calisilir. Dini cemaatlerde yasanan tecavuz, zimmete para gecirme gibi gunahlara karsi takinilan tavirlar bunu gosteriyor.
Demek ki, Fetonun ve benzerlerinin Islamdaki temellerini ararken, inanclarimizi yeniden tasarlamamiz gerekiyor. Bize ogretilenleri sorgulamamiz gerekiyor.
Islam'in sartlarini 5'e indirip yazanlar insanlardir. Kuran'da boyle bir sart siralamasi yoktur. Kuran'da yazan hersey bir Musluman'in uymasi gereken kurallardir. Ama illa bir oncelik listesi yapilacaksa, bunu yeniden yapmamiz gerektigi ortadadir.
O halde baslayalim. Islam'in sartlari nelerdir ? Islam, nasil bir Musluman istiyor ? Ibadetler kacinci siradadir ?
Gelecek yazida, Kuran'a uyarak, yeni bir sart siralamasi yapilabilir mi, tartisacagiz.
23 Mart 2016 Çarşamba
AVRUPA İKİYÜZLÜ MÜ ?
Terör saldırıları nedeniyle gündeme sürekli olarak Avrupa'nın iki yüzlü olduğu, kendilerinde bomba patlayınca dünyayı ayağa kaldırdıkları ama Müslüman ülkelerde bomba patlayınca hiç oralı olmadığı pek çok kez dile getirildi.
Gerçekten öyle midir ? Avrupa ikiyüzlü mü ?
Avrupa veya batı her zaman ikiyüzlüdür ama Avrupa'nın da bu olaylara tepkisinde mantıklı nedenleri var.
Avrupa'da patlayan bombaların kaynağı aşırı dinci Müslüman gruplar. Avrupa bu olaylara Müslümanların batı medeniyetine karşı saldırısı olarak bakıyor. Yani İşid, Fransaya veya Belçika'ya saldırmadı. İşid topyekün olarak batı kültürüne, dinine, sosyal yaşantısına saldırdı. İşte bu nedenle Avrupada patlayan her bombada, tüm Avrupa ülkeleri birlik olabiliyor. Pariste bomba patlayınca, İngiltere de Almanya da İtalya da hepsi, bunu kendilerine de yapılmış sayıyor.
Müslüman coğrafyada bu terörist dinci gruplara destek çıkan, onlara hak veren pek çok müslüman var. Batıyı kafir gören, dize getirilmesi gereken günah toprakları sayan, cihad aşkıyla yanan milyonlar var. Yani bir dış etkiye gerek olmadan, durduk yere, batıya savaş açmak, onları "fethetmek" için fırsat kollayan milyonlar var.
Bu nedenle Avrupa, kendi içinde birlik olmak zorunda hissediyor.
Peki bu bombalar müslüman coğrafyada patlayınca neden oralı olmuyor ?
Bunun iki nedeni var.
Birincisi, gayrı insani bir tavırla, gebertsinler birbirlerini diyor.
İkincisi, müslüman dünyası onlarca mezhebe, binlerce tarikata bölünmüş durumda. Müslüman coğrafyası, yüzyıllardır birbiri ile çatışıyor. Bu uzun geçmişi olan davranış, sadece Avrupa için değil tüm dünya için bu olayları, olağan bir durum haline getiriyor. Biz bile ortadoğudaki bombalama eylemlerine kayıtsısız. Her zamanki ortadoğu haberi deyip geçip gidiyoruz.
İkinci nedenle paralel olarak, Müslüman dünyanın geri kalmışlığı da bir başka etken. Sorunlarını tartışarak, birbirlerine sabrederek değil de kavga ederek çözen bir coğrafyadan bahsediyoruz. Bu az gelişmişlik, buradaki insanlardan her ilkel davranışın beklenebileceği algısı yaratıyor. Bu da yaşanan her anormal durumu, normalleştiriyor.
Zaten biz de Avrupa'nın daha medeni olduğunu, orada bu tarz kaos veya bombalama eylemlerinin olmaması gerektiğini baştan kabul ediyoruz. Bu nedenle hickimse "Çin veya Tayvan veya Kenya bizdeki bombalama eylemlerine neden tepki göstermiyor" diye sormuyor, Avrupa neden tepki göstermiyor diye soruyor.
Peki sorunun çözümü ne ?
Çözüm aslında çok zor değil. Türkiye Kürt sorununu (PKK değil, Kürt sorunu) nasıl çözmeli ise, Avrupa da bu sorunu o şekilde çözmelidir.
Bakınız: Kürt Sorunu
Gerçekten öyle midir ? Avrupa ikiyüzlü mü ?
Avrupa veya batı her zaman ikiyüzlüdür ama Avrupa'nın da bu olaylara tepkisinde mantıklı nedenleri var.
Avrupa'da patlayan bombaların kaynağı aşırı dinci Müslüman gruplar. Avrupa bu olaylara Müslümanların batı medeniyetine karşı saldırısı olarak bakıyor. Yani İşid, Fransaya veya Belçika'ya saldırmadı. İşid topyekün olarak batı kültürüne, dinine, sosyal yaşantısına saldırdı. İşte bu nedenle Avrupada patlayan her bombada, tüm Avrupa ülkeleri birlik olabiliyor. Pariste bomba patlayınca, İngiltere de Almanya da İtalya da hepsi, bunu kendilerine de yapılmış sayıyor.
Müslüman coğrafyada bu terörist dinci gruplara destek çıkan, onlara hak veren pek çok müslüman var. Batıyı kafir gören, dize getirilmesi gereken günah toprakları sayan, cihad aşkıyla yanan milyonlar var. Yani bir dış etkiye gerek olmadan, durduk yere, batıya savaş açmak, onları "fethetmek" için fırsat kollayan milyonlar var.
Bu nedenle Avrupa, kendi içinde birlik olmak zorunda hissediyor.
Peki bu bombalar müslüman coğrafyada patlayınca neden oralı olmuyor ?
Bunun iki nedeni var.
Birincisi, gayrı insani bir tavırla, gebertsinler birbirlerini diyor.
İkincisi, müslüman dünyası onlarca mezhebe, binlerce tarikata bölünmüş durumda. Müslüman coğrafyası, yüzyıllardır birbiri ile çatışıyor. Bu uzun geçmişi olan davranış, sadece Avrupa için değil tüm dünya için bu olayları, olağan bir durum haline getiriyor. Biz bile ortadoğudaki bombalama eylemlerine kayıtsısız. Her zamanki ortadoğu haberi deyip geçip gidiyoruz.
İkinci nedenle paralel olarak, Müslüman dünyanın geri kalmışlığı da bir başka etken. Sorunlarını tartışarak, birbirlerine sabrederek değil de kavga ederek çözen bir coğrafyadan bahsediyoruz. Bu az gelişmişlik, buradaki insanlardan her ilkel davranışın beklenebileceği algısı yaratıyor. Bu da yaşanan her anormal durumu, normalleştiriyor.
Zaten biz de Avrupa'nın daha medeni olduğunu, orada bu tarz kaos veya bombalama eylemlerinin olmaması gerektiğini baştan kabul ediyoruz. Bu nedenle hickimse "Çin veya Tayvan veya Kenya bizdeki bombalama eylemlerine neden tepki göstermiyor" diye sormuyor, Avrupa neden tepki göstermiyor diye soruyor.
Peki sorunun çözümü ne ?
Çözüm aslında çok zor değil. Türkiye Kürt sorununu (PKK değil, Kürt sorunu) nasıl çözmeli ise, Avrupa da bu sorunu o şekilde çözmelidir.
Bakınız: Kürt Sorunu
AHLAKSIZLIK VE CEHALET
Karanlığa giden yol, aydınlığa giden yoldan farklıdır. Aydınlığa giden yolda ilerlemek için, sürekli kendinizi kontrol altında tutmanız, egonuzu yenmeniz, dış dünyanın sizi karanlık tarafa geçirme gayretlerine karşı sürekli tetikte olmanız, yaşadığınız acılara, haksızlıklara karşı sürekli direnmeniz gerekir.
Karanlığa giden yola girmek ise çok kolaydır. İlk adımı atmanız yeterlidir. Geri dönüşü oldukça zordur. Uykuya dalmak gibidir karanlığa giden yolda ilerlemek. Gözlerinizi kapatıp, ona teslim olunca, bir daha uyanması imkansız olmasa da çok zordur. Örneğin işinizi yapmak için çok küçük bir hediyeyi kabul ediyorsanız, ardından büyük rüşvetler de almaya başlayacaksınız demektir. Karanlık, ruhunuza işlemiştir artık.
Aydınlık yola ahlaklı olmak, karanlık yola ahlaksız olmak diyebiliriz.
Nedir ahlaksızlık ?
Ahlaksızlık, gerçekleri çarpıtmakla başlar. Gerçeklerin bir kısmını söylemek, gerisini saklamakla başlar. Esasında yalan söylemiş de olmazsınız ama gerçeği çarpıtmış olursunuz. Ve bu ilk adımdan sonra, arkası gelir. İyi niyet yalanları başlar. Amacınızın kutsal veya önemli olduğunu düşünüp, o amaca ulaşmak için size göre "beyaz" yalanlar söylersiniz. İnsanları kandırmaya başlarsınız ve bu yaptığınızın aslında onlar için de iyi olduğunu düşünürsünüz. Sonra giderek büyür ahlaksızlık. Yola girmişsinizdir bir kere. Artık başkalarının haklarını da yiyebilirsiniz. Tabi önce ufaktan ve soyut kavramlarla hak yersiniz. Örneğin, insanların haber alma hakkını engellersiniz. Bunu öğrenirse ülke için kötü olur dersiniz mesela. Sonra somut hak yemeğe geçersiniz. İnsanların zamanını, parasını da gaspetmeye başlarsınız. Ve artık sizi durduracak bir vicdan da kalmamış olur.
Nedir cehalet ?
Cehalet, araştırmamakla başlar. Öğrenme isteği duymamakla, duyarsızlıkla. Bu duygu giderek benim bildiğim doğrudura gider. Kendi bildiği doğru tek ve gerçek doğru olur. Her konuda bir fikri olmasıyla devam eder bu süreç. Kendi gibi düşünen insanlarla sohbet eder sadece. Kitap okuyacaksa, araştıracaksa kendi düşüncesinden olan yazıları okur sadece ve sadece o yazıları yazanlara güvenir. O yazarları, düşünürleri putlaştırır. Onlar ne diyorsa, araştırmadan, sorgulamadan kabul eder.
Maalesef, okumuş tayfamızın çoğu hem ahlaksız hem cahil. Ne yaparsa yapsın AKP'yi düşüremiyor olmasının verdiği çaresizlik içinde gerçekleri çarpıtarak ahlaksızlaşıyorlar. Karşı düşünceleri, AKP'ye oy veren insanların neden oy verdiklerini anlamaya çalışmadan, onlarla aralarına mesafe koyup sadece kendi düşüncesi içinde olanlarla muhatap olup cahilleşiyorlar.
Bunun en güze örneğini Karaman'da, Ensar vakfında yaşanan tecavüz olayında Aile bakanının söylediği bir sözde görüyoruz. Aile bakanı, "vakıfta bir kere tecavüz oldu diye vakfın karalanamayacağını" söylemişken, bu cümlesini, "bir kere tecavüzden bir şey olmaz" şeklinde değiştirip (gerçeği çarpıtıp) sosyal medyaya yayınlamaya ve eleştirmeye başladılar. Kimi bunu bilerek yaptı (ahlaksızlık) kimi de kaynağı ve gerçeği araştırmadan, kopyala yapıştır ile yaptı (cehalet).
Aile bakanın söylediği şey de eleştiriye açık ve yerilmesi gereken bir cümledir. Modern bir ülkede hiçbir bakan böyle konuşmaz, konuşana da istifa ettirilir. Ama okumuş tayfamız, gerçeği çarpıtıp aile bakanı, tecavüze bir kerelik olay demiş gibi davranıp, oradan AKP'ye vurma derdinde.
Amaca giden yolda okumuş tayfamız için her yol mübah maalesef.
Karanlığa giden yola girmek ise çok kolaydır. İlk adımı atmanız yeterlidir. Geri dönüşü oldukça zordur. Uykuya dalmak gibidir karanlığa giden yolda ilerlemek. Gözlerinizi kapatıp, ona teslim olunca, bir daha uyanması imkansız olmasa da çok zordur. Örneğin işinizi yapmak için çok küçük bir hediyeyi kabul ediyorsanız, ardından büyük rüşvetler de almaya başlayacaksınız demektir. Karanlık, ruhunuza işlemiştir artık.
Aydınlık yola ahlaklı olmak, karanlık yola ahlaksız olmak diyebiliriz.
Nedir ahlaksızlık ?
Ahlaksızlık, gerçekleri çarpıtmakla başlar. Gerçeklerin bir kısmını söylemek, gerisini saklamakla başlar. Esasında yalan söylemiş de olmazsınız ama gerçeği çarpıtmış olursunuz. Ve bu ilk adımdan sonra, arkası gelir. İyi niyet yalanları başlar. Amacınızın kutsal veya önemli olduğunu düşünüp, o amaca ulaşmak için size göre "beyaz" yalanlar söylersiniz. İnsanları kandırmaya başlarsınız ve bu yaptığınızın aslında onlar için de iyi olduğunu düşünürsünüz. Sonra giderek büyür ahlaksızlık. Yola girmişsinizdir bir kere. Artık başkalarının haklarını da yiyebilirsiniz. Tabi önce ufaktan ve soyut kavramlarla hak yersiniz. Örneğin, insanların haber alma hakkını engellersiniz. Bunu öğrenirse ülke için kötü olur dersiniz mesela. Sonra somut hak yemeğe geçersiniz. İnsanların zamanını, parasını da gaspetmeye başlarsınız. Ve artık sizi durduracak bir vicdan da kalmamış olur.
Nedir cehalet ?
Cehalet, araştırmamakla başlar. Öğrenme isteği duymamakla, duyarsızlıkla. Bu duygu giderek benim bildiğim doğrudura gider. Kendi bildiği doğru tek ve gerçek doğru olur. Her konuda bir fikri olmasıyla devam eder bu süreç. Kendi gibi düşünen insanlarla sohbet eder sadece. Kitap okuyacaksa, araştıracaksa kendi düşüncesinden olan yazıları okur sadece ve sadece o yazıları yazanlara güvenir. O yazarları, düşünürleri putlaştırır. Onlar ne diyorsa, araştırmadan, sorgulamadan kabul eder.
Maalesef, okumuş tayfamızın çoğu hem ahlaksız hem cahil. Ne yaparsa yapsın AKP'yi düşüremiyor olmasının verdiği çaresizlik içinde gerçekleri çarpıtarak ahlaksızlaşıyorlar. Karşı düşünceleri, AKP'ye oy veren insanların neden oy verdiklerini anlamaya çalışmadan, onlarla aralarına mesafe koyup sadece kendi düşüncesi içinde olanlarla muhatap olup cahilleşiyorlar.
Bunun en güze örneğini Karaman'da, Ensar vakfında yaşanan tecavüz olayında Aile bakanının söylediği bir sözde görüyoruz. Aile bakanı, "vakıfta bir kere tecavüz oldu diye vakfın karalanamayacağını" söylemişken, bu cümlesini, "bir kere tecavüzden bir şey olmaz" şeklinde değiştirip (gerçeği çarpıtıp) sosyal medyaya yayınlamaya ve eleştirmeye başladılar. Kimi bunu bilerek yaptı (ahlaksızlık) kimi de kaynağı ve gerçeği araştırmadan, kopyala yapıştır ile yaptı (cehalet).
Aile bakanın söylediği şey de eleştiriye açık ve yerilmesi gereken bir cümledir. Modern bir ülkede hiçbir bakan böyle konuşmaz, konuşana da istifa ettirilir. Ama okumuş tayfamız, gerçeği çarpıtıp aile bakanı, tecavüze bir kerelik olay demiş gibi davranıp, oradan AKP'ye vurma derdinde.
Amaca giden yolda okumuş tayfamız için her yol mübah maalesef.
18 Mart 2016 Cuma
18 MART ÇANAKKALENİN MESAJI
Çanakkale destanı içinde her türlü duyguyu barındıran, o zamanlar henüz cumhuriyet kurulmuş olmasa da cumhuriyet tarihimizin en önemli sayfalarından biridir. Ne ararsanız vardır içinde. Aşk vardır, özlem vardır. Fedakarlık vardır, insan kapasitesinin ötesine geçmek vardır. Deha vardır, azim vardır. Yardımlaşma vardır, insanlık vardır. Öyküleri yazmakla bitmez.
Aynı zamanda cumhuriyetin kurulmasına da neden olduğu için bu kadar önemli bir olayın bize verdiği mesaj nedir ?
Sosyal medyada gördüklerimize bakacak olursak, insanların Çanakkaleden anladıkları ve vurgu yaptıkları şey, savaştan kaçmamak ve şehit olmaktır. Hayatlarını orada bizler için bırakanlar, şimdiki nesile örnek olarak gösterilmektedir. Bizim de, konu vatansa, gerisi teferrüattır dememiz beklenmektedir.
Gerçekten öyle midir Çanakkale'nin mesajı ?
Savaşın yaşandığı o hüzünlü topraklara gittiğimde beni en çok etkileyen şey, mezarlar olmuştu. O mezarlarda yatanların yaşları sarsmıştı beni. Çünkü hepsi daha çocuktu. 18 yaşın üzerinde mezar görememiştim.
Ve işin kötü tarafı buyken, masum çocuklar birden savaşa girmek zorunda kalmışken, biz hala savaşı yüceltiyoruz. O insanlar biz yaşayalım diye öldüler şeklinde yazılar yazmayı biliyoruz ama yazdığımız bu basit cümleyi bile anlamıyoruz. Önemli bir cümle olduğundan tekrar yazayım.
O insanlar, biz yaşayabilelim diye öldüler, ölelim diye değil.
Peki biz napıyoruz ? Her ülke sorununu nerdeyse savaşla, silahla çözmeye çalışıyoruz. Duygularımız kabarmış, Türk'ün gücünü birilerine göstermek istiyoruz. Kan istiyoruz. 7 düveli yendik, Suriyeye de gireriz, Rusyayı da dize getiririz diyoruz.
Çanakkalede yaralı düşmanını bile sırtına alıp taşıyan, ona yardım eden, ölmesine izin vermeyen Mehmetcik ile övünüyoruz ama öldürülen PKK'lıların cesetlerini zevkle yayınlayıp, nasıl öldürdük ama diyerek gurur duyuyoruz.
Bu mudur Çanakkaleden anlamamız gereken ?
Çanakkale bir insanlık dersi mi veriyor dünyaya, yoksa savaşı mı yüceltiyor ?
Atatürk, Çanakkalede ölenleri bu toprağın evladı sayarken, onlara küfür mü ediyor yoksa tüm dünyaya, siyasetçilerin oyununa gelip başka topraklara göz dikmeyin mi diyor ?
Aynı zamanda cumhuriyetin kurulmasına da neden olduğu için bu kadar önemli bir olayın bize verdiği mesaj nedir ?
Sosyal medyada gördüklerimize bakacak olursak, insanların Çanakkaleden anladıkları ve vurgu yaptıkları şey, savaştan kaçmamak ve şehit olmaktır. Hayatlarını orada bizler için bırakanlar, şimdiki nesile örnek olarak gösterilmektedir. Bizim de, konu vatansa, gerisi teferrüattır dememiz beklenmektedir.
Gerçekten öyle midir Çanakkale'nin mesajı ?
Savaşın yaşandığı o hüzünlü topraklara gittiğimde beni en çok etkileyen şey, mezarlar olmuştu. O mezarlarda yatanların yaşları sarsmıştı beni. Çünkü hepsi daha çocuktu. 18 yaşın üzerinde mezar görememiştim.
Ve işin kötü tarafı buyken, masum çocuklar birden savaşa girmek zorunda kalmışken, biz hala savaşı yüceltiyoruz. O insanlar biz yaşayalım diye öldüler şeklinde yazılar yazmayı biliyoruz ama yazdığımız bu basit cümleyi bile anlamıyoruz. Önemli bir cümle olduğundan tekrar yazayım.
O insanlar, biz yaşayabilelim diye öldüler, ölelim diye değil.
Peki biz napıyoruz ? Her ülke sorununu nerdeyse savaşla, silahla çözmeye çalışıyoruz. Duygularımız kabarmış, Türk'ün gücünü birilerine göstermek istiyoruz. Kan istiyoruz. 7 düveli yendik, Suriyeye de gireriz, Rusyayı da dize getiririz diyoruz.
Çanakkalede yaralı düşmanını bile sırtına alıp taşıyan, ona yardım eden, ölmesine izin vermeyen Mehmetcik ile övünüyoruz ama öldürülen PKK'lıların cesetlerini zevkle yayınlayıp, nasıl öldürdük ama diyerek gurur duyuyoruz.
Bu mudur Çanakkaleden anlamamız gereken ?
Çanakkale bir insanlık dersi mi veriyor dünyaya, yoksa savaşı mı yüceltiyor ?
Atatürk, Çanakkalede ölenleri bu toprağın evladı sayarken, onlara küfür mü ediyor yoksa tüm dünyaya, siyasetçilerin oyununa gelip başka topraklara göz dikmeyin mi diyor ?
24 Şubat 2016 Çarşamba
DEVLET NEDİR - 1 : YOL YAPMAK NEDEN İYİDİR
Devletin ne olduğunu, nasıl işlediğini anlatmadan önce sokaktaki insanın, yani halkımızın çoğunluğunun olayları nasıl yorumladığına bakmak lazım. Sokaktaki adam, olaylar arasında bağlantı kurmakta zorlanır. Analiz isteyen, düşünme gerektiren, inceleme gereken konular zor gelir. Bu nedenle sadece olmakta olana bakarak karar verir.
Örneğin diyelim ki, köyün birinde köylüler ama kışın yakacak yapmak için ama ev yapmak için vs ağaçları kestiler. Aradan bir zaman geçtikten sonra toprak kayması, sel, kuraklık vb bir olay olsa bunu hemen Allah'a bağlarlar. Anlamaz çünkü bunun neden olduğunu. Kesilen ağaçların toprak kaymasını, selleri önlediğini göremez. Doğayı değiştirmenin iklimi de etkileyeceğini hissedemez. Bu nedenle onun gözünde doğa olayları hep Allah'ın takdiridir.
Devlet algısı da bu şekildedir sokaktaki adamın. Devleti kim kurar, kimlerden oluşur, kim parmağını yalar bilemez, hissedemez, göremez. O sadece her gün yaşadığı küçük olaylara bakar. Örneğin metrobüs tıklım tıklım ise binenleri suçlar veya köyden şehre göç edenleri. Ama köyden neden göç ettiklerini, hükümetlerin tarımı yıllardır nasıl bilinçli olarak yok ettiğini göremez. Dolayısıyla hükümetleri suçlamaz. Tam tersine metrobüs yaptı diye helal olsun adamlara der.
İşte bu nedenledir ki, hükümetler icraatlarını halkın bizzat gördüğü, günlük yaşamda karşısına çıkan şeylere yaparlar. Toplum mühendisliğidir bu. Yol yapmak bu nedenle çok önemlidir. Şehirlerde ağaçları keser, havayı kirletir ama olsun insanlar daha rahat ve hızlı gider. Köyleri betonlaştırır, doğayı bozar ama olsun, günlük yaşam kolaylaşır. Bu tarz icraatlar her zaman iş yapar. İnsana dokunmaktır bu. Çünkü bütün hükümetler bilir ki, kimse arkada olanı sorgulamaz.
Çalıyor ama çalışıyor lafı bu nedenle geçerlidir. Kimsenin umrunda değildir çalınan para. Çünkü çalınan paranın nasıl kendine döneceğini bilemez, göremez. Karmaşıktır o süreç. Sokaktaki adam cebindeki parayı bilir, alternatif maliyeti bilmez. Cebindeki paraya bakarken de bunu daima geçmişle kıyaslar. Önceden şu kadar elime para geçiyordu, şimdi bu kadar. Şu an yaşadığımız asgari ücretteki yüksek artışı bu nedenle keyifle karşılamaktadır ama hükümetin verdiği parayı vergilerle, zamlarla geri aldığını fark etmez. Bunu ona anlatsanız, sadece onaylayarak kafa sallar ama aslında mevcut durumdan mutludur çünkü geçmişe göre daha fazla para girmiştir cebine.
Bu nedenledir ki geziciler kendilerini halka anlatamamıştır. Gezi olayları sırasında, ülkenin büyük bölümü, bunlar niye kudurdu diyordu. Çünkü sokaktaki adam, başına gelmeden başkasının ne yaşadığını hem önemsemez hem anlamaz. Başına geldiğinde de oturup hükümeti veya devleti suçlamaz. Örneğin polisten dayak mı yedi. Bunun hükümetle, devletle hiçbir ilgisi yoktur. O polisin, amirin, valinin yani birisinin işgüzarlığıdır bu onun gözünde. Devletin polisi, halkın üzerinde baskı aracı olarak tuttuğunu görmez.
Sağlık da bu şekildedir. Şeker yeme zararlı dersin. Yıllardır yiyorum ne oldu ki der. Meyve ye, faydalıdır dersin, sadece hasta olunca yer. Göremez ki yenilen şeyler küçük küçük birikerek çok sonra etki eder. Hükümetler bu nedenle korkmaz GDO'lu gıdaları piyasaya salmaktan. Çünkü sokaktaki adamın tepkisi basittir. Ben yedim bir şey olmadı der.
Sokaktaki adam için hayat bu kadar basittir.
İşte bu nedenledir ki devleti oluşturan ve yöneten güçler rahatlıkla hüküm sürer.
Sonraki yazımızda devletin sosyo-ekonomik yapısına bakacağız
Örneğin diyelim ki, köyün birinde köylüler ama kışın yakacak yapmak için ama ev yapmak için vs ağaçları kestiler. Aradan bir zaman geçtikten sonra toprak kayması, sel, kuraklık vb bir olay olsa bunu hemen Allah'a bağlarlar. Anlamaz çünkü bunun neden olduğunu. Kesilen ağaçların toprak kaymasını, selleri önlediğini göremez. Doğayı değiştirmenin iklimi de etkileyeceğini hissedemez. Bu nedenle onun gözünde doğa olayları hep Allah'ın takdiridir.
Devlet algısı da bu şekildedir sokaktaki adamın. Devleti kim kurar, kimlerden oluşur, kim parmağını yalar bilemez, hissedemez, göremez. O sadece her gün yaşadığı küçük olaylara bakar. Örneğin metrobüs tıklım tıklım ise binenleri suçlar veya köyden şehre göç edenleri. Ama köyden neden göç ettiklerini, hükümetlerin tarımı yıllardır nasıl bilinçli olarak yok ettiğini göremez. Dolayısıyla hükümetleri suçlamaz. Tam tersine metrobüs yaptı diye helal olsun adamlara der.
İşte bu nedenledir ki, hükümetler icraatlarını halkın bizzat gördüğü, günlük yaşamda karşısına çıkan şeylere yaparlar. Toplum mühendisliğidir bu. Yol yapmak bu nedenle çok önemlidir. Şehirlerde ağaçları keser, havayı kirletir ama olsun insanlar daha rahat ve hızlı gider. Köyleri betonlaştırır, doğayı bozar ama olsun, günlük yaşam kolaylaşır. Bu tarz icraatlar her zaman iş yapar. İnsana dokunmaktır bu. Çünkü bütün hükümetler bilir ki, kimse arkada olanı sorgulamaz.
Çalıyor ama çalışıyor lafı bu nedenle geçerlidir. Kimsenin umrunda değildir çalınan para. Çünkü çalınan paranın nasıl kendine döneceğini bilemez, göremez. Karmaşıktır o süreç. Sokaktaki adam cebindeki parayı bilir, alternatif maliyeti bilmez. Cebindeki paraya bakarken de bunu daima geçmişle kıyaslar. Önceden şu kadar elime para geçiyordu, şimdi bu kadar. Şu an yaşadığımız asgari ücretteki yüksek artışı bu nedenle keyifle karşılamaktadır ama hükümetin verdiği parayı vergilerle, zamlarla geri aldığını fark etmez. Bunu ona anlatsanız, sadece onaylayarak kafa sallar ama aslında mevcut durumdan mutludur çünkü geçmişe göre daha fazla para girmiştir cebine.
Bu nedenledir ki geziciler kendilerini halka anlatamamıştır. Gezi olayları sırasında, ülkenin büyük bölümü, bunlar niye kudurdu diyordu. Çünkü sokaktaki adam, başına gelmeden başkasının ne yaşadığını hem önemsemez hem anlamaz. Başına geldiğinde de oturup hükümeti veya devleti suçlamaz. Örneğin polisten dayak mı yedi. Bunun hükümetle, devletle hiçbir ilgisi yoktur. O polisin, amirin, valinin yani birisinin işgüzarlığıdır bu onun gözünde. Devletin polisi, halkın üzerinde baskı aracı olarak tuttuğunu görmez.
Sağlık da bu şekildedir. Şeker yeme zararlı dersin. Yıllardır yiyorum ne oldu ki der. Meyve ye, faydalıdır dersin, sadece hasta olunca yer. Göremez ki yenilen şeyler küçük küçük birikerek çok sonra etki eder. Hükümetler bu nedenle korkmaz GDO'lu gıdaları piyasaya salmaktan. Çünkü sokaktaki adamın tepkisi basittir. Ben yedim bir şey olmadı der.
Sokaktaki adam için hayat bu kadar basittir.
İşte bu nedenledir ki devleti oluşturan ve yöneten güçler rahatlıkla hüküm sürer.
Sonraki yazımızda devletin sosyo-ekonomik yapısına bakacağız
18 Ocak 2016 Pazartesi
ALLAHIN CEZASI OKUMUŞ TAYFA
Bilmem kaç bin akademisyenlerin devleti eleştiren bildirisi sonrası yaşananlar, gerçekten ibreklik. Nasıl bir ruh hali içinde olduğumuzu ve nereye gittiğimizi çok güzel gösteriyor.
Devletin en tepesinden başlayan sert eleştiriler tüm topluma yayılarak hakaretlere, susturmalara, tehditlere dönüştü. Gözaltına alınanlar mı dersin, kapısına çarpı konulanlar mı dersin. Toplumsal bir hezeyan içindeyiz. Biri sokakta bağırsa, bu o akademisyen, vurun vatan hainine dese, linç edilmeleri işten bile değil.
Peki amaç ne ?
Aslında çok basit
Hükümetle aynı düşüncede olmayan herkesi, hükümet çizgisine sokuyorlar. Milliyetçilik duygusuyla, medya rüzgarıyla, tüm toplumu hükümete destek vermeye zorluyorlar. Hükümeti eleştirmek, devleti eleştirmek oluyor. Devleti eleştirmek ise en büyük yanlış haline geliyor. Devlet kutsallaşıyor, birey önemsizleşiyor. En basitinden, insanların düşüncelerini ifade etme hakkı bile ellerinden alınıyor.
Aba altından sopa gösteriyorlar. Ya benden taraf olursun, ya seni yok ederim diyorlar. Akademisyenleri konuşturmuyorlar. Savunma hakkı bile vermiyorlar. En hafifinden, işte bu hale gelirsiniz diye, kendilerini eleştirecek olanları korkutuyorlar.
Aydınların şahsında okumanın, araştırmanın, düşünmenin, sorgulamanın hiçbir halta yaramadığı mesajını veriyorlar. Okusan da ne olacak, bak şunlar okumuş da ne olmuşa getiriyorlar. Toplumun gözünde entellektüel, aydın, okumuş sıfatlarını küçük düşürüyorlar. AKP milletvekillerinin de itiraf ettiği gibi, zaten AKP eğitim düzeyi düşük kesimden oy alıyor. Okumamış veya bir nedenle okuyamamış kesimin bu halini övüyorlar. Cahil kalalım ki kimse kimseyi uyandırmasın istiyorlar. Aykırı ses duymak istemiyorlar.
Ve en önemlisi, yaptıkları hukuksuzluğa, anti-demokratikliğe, toplumu da ortak ediyorlar. Onları suç ortağı yapıyorlar. İdeoloji uğruna hukuksuzluğu meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Hükümet bunu zaten hep yapıyordu ama bu yolla, toplumu da bu çöküşe sürüklüyorlar. Eğer senin ideolojinden değilse, hukuku uygulamayabilirsin, karşındakinin demokratik haklarını engelleyebilirsin mesajı veriyorlar ve toplumdan da bunun onayını alıyorlar.
İnsan bir kere yanlış bir yola girdi mi çıkması zordur. Örneğin bir kere rüşvet aldıysanız, artık onun devamının geleceğine ve ahlaken çökeceğinize emin olabilirsiniz. Toplumsal boyutta ise geri dönüş çok daha zordur. Bir kere toplum ahlaksızlığa onay verdi mi geri dönüşü yoktur. Özal'ın anayasayı delmekle bir şey olmaz deyişi ile somutlaşan süreçtir, bugün Erdoğan'ın anayasayı tanımaması. O gün kimse buna dur demediği için bugün kimse yasayı hukuku takmıyor.
Demokrasi, insan hakları, hukuk, yasalar... Bunlar insanlara, ideolojisine göre uygulanamaz. Karşınızdaki sizin gibi düşünmüyor diye onu linç etmeye, küçük düşürmeye, susturmaya, hapse atmaya doğru gidiyorsanız veya buna destek veriyorsanız, bu ülkede artık hukuksuzluktan, hırsızlıktan, adaletsizlikten, anti-demokratik uygulamalardan şikayet etmeyeceksiniz.
Devletin en tepesinden başlayan sert eleştiriler tüm topluma yayılarak hakaretlere, susturmalara, tehditlere dönüştü. Gözaltına alınanlar mı dersin, kapısına çarpı konulanlar mı dersin. Toplumsal bir hezeyan içindeyiz. Biri sokakta bağırsa, bu o akademisyen, vurun vatan hainine dese, linç edilmeleri işten bile değil.
Peki amaç ne ?
Aslında çok basit
Hükümetle aynı düşüncede olmayan herkesi, hükümet çizgisine sokuyorlar. Milliyetçilik duygusuyla, medya rüzgarıyla, tüm toplumu hükümete destek vermeye zorluyorlar. Hükümeti eleştirmek, devleti eleştirmek oluyor. Devleti eleştirmek ise en büyük yanlış haline geliyor. Devlet kutsallaşıyor, birey önemsizleşiyor. En basitinden, insanların düşüncelerini ifade etme hakkı bile ellerinden alınıyor.
Aba altından sopa gösteriyorlar. Ya benden taraf olursun, ya seni yok ederim diyorlar. Akademisyenleri konuşturmuyorlar. Savunma hakkı bile vermiyorlar. En hafifinden, işte bu hale gelirsiniz diye, kendilerini eleştirecek olanları korkutuyorlar.
Aydınların şahsında okumanın, araştırmanın, düşünmenin, sorgulamanın hiçbir halta yaramadığı mesajını veriyorlar. Okusan da ne olacak, bak şunlar okumuş da ne olmuşa getiriyorlar. Toplumun gözünde entellektüel, aydın, okumuş sıfatlarını küçük düşürüyorlar. AKP milletvekillerinin de itiraf ettiği gibi, zaten AKP eğitim düzeyi düşük kesimden oy alıyor. Okumamış veya bir nedenle okuyamamış kesimin bu halini övüyorlar. Cahil kalalım ki kimse kimseyi uyandırmasın istiyorlar. Aykırı ses duymak istemiyorlar.
Ve en önemlisi, yaptıkları hukuksuzluğa, anti-demokratikliğe, toplumu da ortak ediyorlar. Onları suç ortağı yapıyorlar. İdeoloji uğruna hukuksuzluğu meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Hükümet bunu zaten hep yapıyordu ama bu yolla, toplumu da bu çöküşe sürüklüyorlar. Eğer senin ideolojinden değilse, hukuku uygulamayabilirsin, karşındakinin demokratik haklarını engelleyebilirsin mesajı veriyorlar ve toplumdan da bunun onayını alıyorlar.
İnsan bir kere yanlış bir yola girdi mi çıkması zordur. Örneğin bir kere rüşvet aldıysanız, artık onun devamının geleceğine ve ahlaken çökeceğinize emin olabilirsiniz. Toplumsal boyutta ise geri dönüş çok daha zordur. Bir kere toplum ahlaksızlığa onay verdi mi geri dönüşü yoktur. Özal'ın anayasayı delmekle bir şey olmaz deyişi ile somutlaşan süreçtir, bugün Erdoğan'ın anayasayı tanımaması. O gün kimse buna dur demediği için bugün kimse yasayı hukuku takmıyor.
Demokrasi, insan hakları, hukuk, yasalar... Bunlar insanlara, ideolojisine göre uygulanamaz. Karşınızdaki sizin gibi düşünmüyor diye onu linç etmeye, küçük düşürmeye, susturmaya, hapse atmaya doğru gidiyorsanız veya buna destek veriyorsanız, bu ülkede artık hukuksuzluktan, hırsızlıktan, adaletsizlikten, anti-demokratik uygulamalardan şikayet etmeyeceksiniz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)